Güzel bir sonbahar günü. Şehirden uzaklaşıp temiz hava almanın, ailece açık havada çay içmenin hayalini kurarak Şanlıurfa’nın Akabe mesire alanına gidiyoruz. Mesire Alanı bizi yemyeşil görüntüsüyle karşılıyor; her şey adeta huzur dolu bir gün vadediyor. Kamelyalar, yürüyüş yolları, çocuk parkları, yeşillikler…Yüce Allah’ın mükemmel sanatı olsun tabiat ile buluştuğumuzda içimizdeki rahatlama, dinginlik hissi daha ilk anda bizi sarıyor. Mesire alanı tek kelime ile mükemmel görünüyor. Yapanlar gerçekten güzel yapmış. Allah emeği geçen herkesten razı olsun
Ancak bu mutluluk çok uzun sürmüyor. Alanın sunduğu güzelliklerin ortasında, günümüzü gölgeleyen bir gerçeklikle yüzleşiyoruz. Piknik alanlarının vazgeçilmez bir parçası olan tuvaletler ve lavabolar… O noktaya ulaştığımızda karşılaştığımız manzara neredeyse ürkütücü. Ziyaretçiler için özenle yapılmış bu alanlar, dikkatsiz ellerde yok olmaya yüz tutmuş gibi. Fayanslarla kaplı duvarların ardında içeri girerken amacımız hijyen; ancak içerideki kirlilik adeta üstümüze çullanıyor. Kapı kolları kırılmış, lavabolarda çamur ve pas izleri, el yıkama yerlerinde dahi insan dışkısı… Bu güzel mesire alanının ortasındaki bu manzara karşısında dehşete düşüyoruz.
Bu çelişki düşündürüyor insanı. Huzur bulmak için gelinen bu alanın böylesi bir ihmalkârlıkla lekelenmesi ne büyük bir tezat. İnsanın çevresine karşı duyduğu sorumluluk, yalnızca tabiat ile bütünleşmekle kalmamalı. Bir güzelliği paylaşırken onu korumak da elimizde. Bu mesire alanının bize sunduğu imkanlar, saygı ve özen gerektiriyor. Ve bizler, böylesi alanlara adım attığımızda bir an olsun durup, arkamızda ne bıraktığımıza bakmalıyız. Açık havada huzur bulmak, ancak önce kendimize sonra birbirimize gösterdiğimiz saygıyla anlam kazanabilir.
Afiyette kalın