VAAT-3 NEDEN ÖNEMLİ?

 

İran’ın yapacağını ilan ettiği İsrail’e misillemenin bu isimle gerçekleşeceğini varsayarak bu başlığı koyduk. Önce ki iki misilleme de aynı adla gerçekleşmişti. Pezeşkiyan, yüksek sorumluluk ve asalet göstergesi olarak, geçen sefer, iyi niyetine karşılık bulamadığı halde yine de kanın durması için bu misillemeden önce de ateşkes durumunda verilecek cevabın hafifletilebileceğini tekrarladı. Ancak daha şimdiden sadece Lübnan’da 40 bin konutu yerle bir eden ve 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze Şeridi'ne, 2. Dünya Savaşı sırasında atılan miktarından fazla, yani 85 bin tondan fazla bomba atan soykırım cephesinin bu çağrıdan etkileneceğine dair bir belirti yok. 

Bu defa, isimi ne olursa olsun; verilecek cevabın, öncekilerden daha yıkıcı olacağı beklentisi var ve belki de öyle de olmalı. 

İran'ın önceki her iki misillemesi ile soykırım cephesi, İran’ın yeteneklerini test etti. Son İsrail saldırısında ise İsrail uçakları İran hava sahasına yaklaşamadı bile. Zira İran radarları F-35’lere kitlenmişti. Bu yüzden uzaktan ve sınırlı etkileri olan bir saldırı ile yetinildi. İlk iki misilleme İsrail’i, İran-ABD’yi karşılaştırma emelinden vazgeçirmemişti ve bu, yeni İran misillemesine stratejik bir önem yüklüyor. Bu yüzden Vaat-3, bir dönüm noktası olmak zorunda. Özellikle İsrail’in hava yeteneklerini felç etmek gibi önemli bir hedefi de içeriyor olabilir.

Bu bağlamda Vaat-3, İsrail’den ziyade ABD başta olmak üzere onun hamilerine güçlü ve kararlı bir mesaj niteliği taşıyacaktır. Bu caydırıcı misilleme, ABD’nin de İran’a karşı niyetlerini yıkmayı beraberinde getirecektir/getirmelidir. Yani bu harekatın başarılı olması durumda ABD, İran'la direkt karşılaşmaya yanaşmayabilir. Başka bir ifade ile beklenen ABD'de İran karşılaşmasının olması değil; olmaması şeklinde sonuçlar doğurabilir.

Peki bu ifadeyi/tezi, neye dayanarak öne sürebiliriz?

Elimizde birçok done var. Sahada ki gerçeklik, küresel ve bölgesel anlamda gelinen aşama ve Direniş cephesinin yeteneklerinin belirginleşmesi başlıkları altında açıklayalım.

Lübnan’da, kara harekatının başarısızlığı, ekonomik, siyasi, sosyolojik, psikolojik ve askeri anlamda İsrail ve toplumunun yaşadığı yorgunluk, ümitsizlik, çaresizlik, yıpranmışlık ve vizyonsuzluk. İsrail, beklediği bir sona gelememe psikolojisi içinde iken; direniş, işe daha yeni yeni başlamış durumda ve sahaya hakim. İsrail içinde huzursuzluk giderek artıyor. Hükümette yapılan bakan değişiklikleri de bunun bir sonucu ve göstergesi. Sadece siyasi kesimde değil, toplumun her kademesinde, her kesimde ve özellikle de askeri kesimde de aynı çöküntü mevcut…

Öte yanından, son İsrail saldırısı ile İran’ın yeni yeni ortaya çıkan bazı hava savunma yeteneklerinin bir kısmının ortaya çıkması ve ondan önemlisi nükleer caydırıcılığı olan yetenekleri ile ilgili bazı gündemlerin yansıttığı gerçeklik kayda değerdir. Bu hususta şu kadarını söyleyelim; resmi açıklamalar, her ne kadar ‘nükleer doktrinimizi yeniden gözden geçirebiliriz’ moduyla sınırlı olsa da verilen mesajın politik anlamının taraflarca doğru tercüme edildiğine her geçen gün daha iyi tanık oluyoruz. Bu doğru tercümenin; 'nükleer silaha sahibiz' şıkkına tekabül ettiği ihtimali az değil. 

Vaat-3, hem caydırıcı sonuçlara hem yıpratıcı etkilere hem tüm soykırım cephesini sendeleten bir doza ve hem de İsrail toplumu ve yönetimi içinde psikolojik travmalara ve sosyal sarsılmalara yol açacaktır. Öyle ki, hem İsrail, bir daha pervasızlığı göze alamayacak bir ders almalı ve hem de ABD ve Batı, İran ve direnişin yenilmez olduğunu gerçeğini artık unutmamak üzere hafızasına kaydetmeli.

 Böyle olmak zorunda zira İran, işin tabiatı gereği, beklediği ve hazırlandığı savaşın, artık kendisine dayatıldığını görüyor ve bununla yüzleşmek dışında bir seçeneği yok:

ABD de gerçekten kararlı ise ve geri adım atmayacaksa; İran-ABD savaşı kaçınılmazdır. Bundan sonraki aşama kara savaşının daha da şiddetlenmesi ve yaygınlaşması, İsrail'in daha pervasız bir soykırıma girişmesi ve hava bombardımanının etki ve alanını genişletmesi, İran-ABD direkt karşılaşmasının olup olmayacağının belirginleşmesi ve İran'ın bu karşılaşma olsun veya olmasın, sahaya daha da aktif müdahil olması gibi süreçleri beraberinde getirebilir.

Ancak, bunca yıkım ve soykırımlara rağmen direnişin temkinli ve planlı hareket etme stratejisini de terk etmeyeceği unutulmamalıdır. Neticede ABD’li askeri yetkililer bile artık Yemen karşısında savaşı kaybettiklerini açıkça ilan eder pozisyona geldiler ki, Yemen, henüz imkan ve yeteneklerinin çok az bir kısmını kullandı ve deşifre etti…

Vaat-3’ ün sonuçlarından biri de nükleer tehditler ve hazırlıklar veya caydırıcılıkla ilgili yeni denklemler veya yeni gerçekliklere de tanık olmamız ihtimali. Bunlardan biri İran'ın nükleer veya benzeri bir silaha sahip olup olmadığıyla ilgili belirsizliğin biraz daha netleşmesi olabilir. Bu bakımdan Vaat-3 ile İran'ın nükleer doktrinini değiştirebileceğine dair söylemlerinin, ‘İran, nükleer silaha sahiptir’ şeklinde tercümesinin de ne derece mümkün olduğu daha da netleşebilir.

Bu konuda farklı senaryolar veya seçenekler de mümkün: İran dışında direniş unsurlarından herhangi birinin nükleer kapasiteye sahip olduğu açıklaması yapması.

Böyle bir durumda, İran ve tüm direnişin, küresel anlamda caydırıcı bir nükleer güç olduğu resmen ilen edilmiş olacak.

Dolayısıyla bu gerçeklikler, küresel denklemi ve mevcut soykırım savaşının yönünü önemli ölçüde değiştirecektir.

Amerika'nın ve İsrail'in Ortadoğu'da Artık tek hakim güç olmadığı ve tek kutuplu dünya düzeninin son bulduğu anlamına gelecektir. Ve bu, Sovyetlerin dağılmasından daha büyük ve daha önemli etkilere neden olacak, eski iki kutuplu dünya düzeninden farklı olarak; İslam dünyasının/direniş ümmetinin, yeni bir kutup olduğu, küresel anlamda tescil edilmiş olacaktır.

Sonuç olarak;

Evet, büyük bir Yıkım var. Filistin’de, Lübnan’da, Gazze’de, Yemen’de. Büyük bir soykırım yaşandı, acılar, dur durak bilmeyen oradan oraya belirsiz ve kasıtlı bir tehcir, gözaltı yapılarak gerçekleştirilen soykırım, açlık ve acımasız bir bombardıman ve devam eden soykırımlar…

Gazze, zaten yerle bir edildi. Yemen, defalarca bombalandı. Suriye, neredeyse her gün bombalanıyor. Sadece Lübnan'da 40 günden daha az bir sürede 40 bin'in üzerinde konut yerle bir edildi.

Lübnan'da, Gazze'de ve diğer coğrafyalarda, batının/soykırım cephesinin, sivillerin, çadırların, yurdu işgal edilmiş mazlum ve savunmasız insanların üzerine attığı her bomba, çocukları ve kadınları öldürüyor ve soykırımı derinleştiriyor ancak atılan her bomba, aynı zamanda onu ve onun dünyaya norm/medeniyet diye dayattığı değerleri ve sultasını da ölüme doğru sürüklüyor.

Bitirirken; 

Martin Jay' ın, "strategic-culture" 

adlı sitede yer alan önemli makalesinden bir kesitle vaat-3' hakkında biraz daha kanaat sahibi olabiliriz diye düşünüyorum:

" İsrail Başbakanı daha önce hiç bu kadar ileri gitmemiş ve yalnızca ABD'yi İran ile bir savaşın eşiğine getirmekle kalmayıp aynı zamanda İsrail'in varoluşsal sorusuna da ışık tutan böyle bir kumar oynamamıştı. İsrail'in askeri altyapısına yapılacak bir sonraki saldırı, İsrail'in askeri bir varlık olarak işlev görmesi için son darbe olabilir..." 

*

Umarım mazlumlar, Allah'ın yardımı ile muzaffer olur ve yaşanan acılar son bulur. Rabbimiz, iyilerledir. Selam ve dua ile.