KONUŞALIM MI BİRAZ?

“Sözsüz varoluş imkânsızdır...

Söz ırmağı kurursa ne dünyadan bir ses, 

Ne ötelerden bir yankı duyulur. 

Söz ve ses konuşmada birleşerek hayati bir bütünlük, 

Varoluşsal bir uyum kazanarak akar… 

Konuşmak bir sığınıştır, sahil-i selâmete çıkıştır. 

Evet, konuşmazsak patlayacak, ölecek oluruz. 

Bir dosta, dostun kelimelerine, dostça kelimelere, 

Paylaşmaya acil bir tedavi gibi ihtiyaç duyarız...”

(Söz ve Sessizlik; Necmettin Evci)

Konuşmak varoluşsal bir ihtiyaçtır. Konuşarak tedavi ederiz kendimizi, konuşarak derde derman, sadra şifa bir arayışa gireriz. Konuşmak; bir başka yürekle hemhal olmaktır, hemdem olmaktır, hemdert olmaktır. Konuşmak; konuşmaya konu ettiğimiz hususların bir başka yürekte karşılığının olduğunu hissettiğimiz andan itibaren bir iyileştirme sürecine dönüşecektir. Nedir, konuşmak ve sohbet ve söz ve kelimeler, hayatidir… Evet, konuşmayı önemsiyoruz. Çokça sükûtu öncelediğimiz, yazılarımızda mevzu ettiğimiz de doğrudur. Esasen sözün de sükûtun da şifa olanına, üretenine, var edenine, olduranına talibiz. Değilse, öldüren, tüketen, yok eden, bunalıma sürükleyen konuşmanın da sükûtun da insanı götüreceği yer “hiçbir yer” olacaktır. 

İnsan, dünyaya cennetten irtifa kaybıyla gelmiştir. İnsanın dünyadaki bütün arayışı irtifa kaybıyla geldiği cennete olacaktır, olmalıdır… Bizim gibi irtifak kaybıyla dünyaya gelen her bir insan tekiyle -ki dünya aşağı/da olandır- dünyada bulunduğumuz konum itibariyle aynı konumda olanlar olarak konumdaşız. Aynı konumda bulunduğumuz insanlarla öteye olan hasretimizi ve de özlemimizi giderebilmek için, aynı konuları, aynı dertleri, aynı mevzuları mesele ettiğimiz için konuşarak ancak şifayı bulabileceğimizi biliriz.  Dedik ya konuşmak varoluşsal bir ihtiyaçtır. Bir de komşu var, yine aynı kökten gelen konumdaş olduğumuz ve konuşabileceğimiz komşular…

Önce söz vardı, ilk söz ile var oldu her şey. Elest bezminde sözlerin en güzelinin sorusuna “kalu bela” diyerek karşılık vermiş idik.  Ve dünyada insan, orada ilk sözle, var oluşun gerçekleştiği o anda verdiği s/öz/ü hatırlayabildiği kadar insan kalabilecekti. O yüzden söz öze ulaştırmalıydı. Özden gelmeliydi. Zira sözün özlü olanı, bizi dünya zindanından çıkararak ötelere götürecek, Öte’ye pencereler açacak idi. Var olan olarak, mevcudiyetimizin vecdini söz ile hissetmeliydik. Söz sohbete dönüşecekti, sohbet ile birbirimize sahip çıkacak, insanı insanın kurdu anlayışının karşısına, insanı insana şifa kılacak, sahip kılacak, yuva kılacak anlayışı tesis edecektik. 

Söz, sohbet, konuşmak ya da muhabbet: Önce s/öz vardı ve s/özün aydınlığında bir yürüyüş vardı. Sözden gelen güzellik sohbete dönüşür, sohbetin muhabbetinde, muhabbetin bereketinde yaşardı insan. İnsandan insana, kalpten kalbe uzanan en önemli bağ idi sohbet. Sözün kıymetten düştüğü zamanlarda sohbet, sessiz sedasız çekip gitti aramızdan. Mekânlarımız ıssız, gönlümüz muhabbetsiz kaldı...

“İnsan insanın aynasıdır. Kendimi bir başkasıyla kurduğum ilişkide görürüm… Söz kalpten kalbe çarparak büyür gücünü etkileşimden ve hemhal oluştan alır…  Karşılıklı konuşma ya da sohbet bana ve ona bir “evindelik” duygusu verir: Ötekini kendi kalbime buyur etmek beni rahatlatır. O bana misafir olup beni zenginleştirirken, ben de onun misafiri olurum. Ona bir şeyler ekleyerek, onun bir parçası olarak konuşmadan ayrılırım. Sohbetin ihyası aşk ve muhabbet mesleğinin ihyası demektir, bu toprakların tarihine sahip çıkmak demektir…”  (Kemal Sayar; Olmak Cesareti)

Konuşmak diyorum azizim konuşmak! Birbirimizle konuşmaya ihtiyacımız var...  Çünkü konuşarak sen ben olacaksın, ben de sen. Sen bende dinleneceksin, ben de sende. Konuşarak ancak gönülden gönüle, sözden öze bir yol bulabileceğiz. Konuşarak kalp yetmezliği halimizden kurtulabilecek, konuşarak dünyanın yüklerinden kendimizi kurtarabileceğiz. Hâsılı azizim, konuşarak ancak birbirimize şifa olacağız. Bu dünyada konuşacak, dertleşecek, hemhâl olabilecek, hemdert olabilecek kimsesi olmayandan daha yoksul kim olabilir, sözün söze, gözün göze, özün öze kavuşmasına şahit olan konuşmadan; sözden, sohbetten, muhabbetten uzak olandan daha yoksul kim olabilir? Evet, azizim ne dersin; konuşalım mı biraz?