Babasının güçlü ve zengin oluşundan dolayı sürekli babasına sığınan zayıf tabiatlı, zihnen gelişmemiş bir çocuk, sokağa çıktığında diğer çocuklardan kimisi laf atar, kimi fiske vurur, her biri bir koldan ona eziyet ederler. Kendine güven duymadığından kendisini korumaz, sadece her fırsatta babasına koşar, şikâyette bulunur. El kaldırıp kendini savunarak diğer çocukları korkutma yerine kolay olan babasına şikâyeti tercih eder. “Baba, bu çocuk bana laf attı; filan çocuk beni dövdü; şu çocuk bana tekme attı” şeklinde ardı arkası kesilmeyen şikâyetlerden babası usanır, sabrı taşar. Bir taraftan da nazlı yetiştirdiği oğlunun bu hale düşmesine, sosyalleşmemesine üzülür. “Oğlum senin elin, ayağın yok mu? Sen de onlar gibi değil misin? Kendini korusana! Bir daha şikâyet istemiyorum!” diyerek onu azarlar.
Ne acıdır ki İslam âlemi bu çocuğun durumuna düşmüştür. Dünya nüfusunun üçte birini oluşturan Müslümanlar, önemli bir kalabalığa ulaşmış olmalarına rağmen, her fırsatta öldürülüyorlar, horlanıyorlar ve işkence görüyorlar. Kendilerini savunamıyorlar, büyük ölçüde diktatörlerin, zalimlerin hegemonyası altında esaret hayatı yaşıyorlar. Birbirleriyle ittifak etmedikleri için güçleri yoktur. Tek bildikleri şey, işin kolayına kaçarak yahut çaresizlikten dua etmek, Fetih suresi okumaktır. Dua ve Kur’an surelerini tembelliklerine alet ediyorlar. Ümmetin önemli bir çoğunluğu da ne yazık ki hiçbir şey bilmiyor, duayı da Kur’an’ı da bilmiyor.
Zalim İsrail ve yandaşları Avrupa ve Amerika kâfirleri, bir yılı aşkın bir süredir Filistinli kardeşlerimizi bütün ümmetin gözü önünde topyekûn öldürmekte, benzeri görülmemiş vahşiyane bir soykırım uygulamaktadırlar. Buna karşılık ümmetin büyük çoğunluğu –ümmet demek doğru ise- sessiz, duyarsız, görmek istemeyen bir tutum içine girmiş, adeta sinmiş durumdadır. Önemli bir tepki olan ve tarafını gösteren boykot dahi azınlık sayılabilecek bir grubun çabalarından öteye geçmemektedir. Birçok Müslüman, sönük kalan dua gösterileri, sadece avunmadan başka hiçbir işe yaramayan, ses getirmeyen, demokratik eylemler, şehitler için gıyabi cenaze namazları ve sessiz yürüyüşlerden başka yaptıkları bir şey bulunmuyor. Bu tarz eylemler gözü dönmüş İsrail’i sittin sene durduramaz. Fiili olarak bir şeyler yapmak, en azından ülkesinin güçlerinin harekete geçmesini sağlayacak eylemler yapmak yerine, dua gösterileri yaparak kendi işini Allah’tan beklemek, kendini savunmak yerine sürekli babasına sığınan misaldeki çocuğa benzemektedir. Televizyondan, sosyal medyadan, minarelerden, hoparlörlerden, meydanlardan yapılan dua gösterileri samimiyetten uzaktır. Dua, her kulun sebepleri yerine getirdikten ve üzerine düşen görevleri yaptıktan sonra isteğini Allah’a arz ettiği özel bir ibadettir. Yüce Allah, ses cihazı, internet, televizyon, medya gibi araçlar olmadan da duaları işitir. Dua, namaz, oruç ve zikir gibi ibadetleri demokratik eylemlere alet etmek de bu ibadetlere saygısızlıktır. Zelil olması gereken kâfirler karşısında aziz olması gereken ümmet, hiçbir zaman bu kadar zillet içine düşmemişti.
Oysa iman ettikleri kitapları Kur’an, asırlar öncesinden onları bu konuda şöyle uyarmıştır: “Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46.) İlim ve tekniğe önem vermeyip kendilerini geliştirmediklerinden dolayı kendilerini savunacak ve düşmanlarını korkutacak silahları da yoktur. Silahı düşmanlarından satın alan bir konumdadırlar. Oysa yine O kitap 14 asır öncesinden uyarmıştır: “Sizin düşmanlarınızı, Allah düşmanlarını ve sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği düşmanlarınızı korkutmak için kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın!” diye. (Enfal, 60) Allah’tan korkmayanlar, Allah’ın kullarından korkmalıdırlar.
Yüce Yaratıcı, hikmeti gereği kâfir-mümin ayırımı yapmaksızın her insana eşit imkânlar tanımıştır. Dünya hayatının başarıları, kazanımları din ve inançla değil, yetenekleri kullanarak Allah’ın kevni kanunlarına itaat edip çalışmakla elde edilir. Bu kanununu Kur’an’da da şöyle ifade buyurmuştur: “İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur ve çalışmasının karşılığı mutlaka görülecektir.” (Necm, 39.)
Kâfirlerin dünyadaki başarı ve üstünlükleri Allah’ın bu kanununa riayet etmeleri sonucudur. Teknolojik üstünlük belli bir kavme çalışmadan verilmiş değildir. Matematik, Fizik, Kimya Astronomi gibi ilimlerin tesbit ettiği Allah’ın “kevnî kanunları”na, dini ve milliyeti ne olursa olsun kim itaat edip gereğini yaparsa, dünya hayatının üstünlüğünü elde edecektir. Ne yazık ki Müslümanlar bu alanda hiç bir çalışma yapmadılar; teknolojik üstünlüğü kazandıran bu ilimlerden yüz çevirdiler. Kimisi dünyayı bırakıp ahireti kurtarma çabası içine girdi; Kimisi dünyayı da ahireti de bıraktı; kimisi de dünyanın yalnızca eğlenceli yönüne merak sardı. Oysa Hadis-i Şerif, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış” emrini vermişti. Hem dünyaya hem ahirete çalışanlar azınlıkta kaldıkları gibi toplumdan da dışlandılar. Kendilerine hakaret içeren yaftalar yapıştırıldı. Bugün “İslam bilginleri” diye kendileriyle övündüğümüz İbn-i Sina, İbn-i Heysem gibi adamlar, yaşadıkları dönemlerde kâfirlikle itham edilmişlerdi. Toplumsal destekten yoksun oldukları için de başarı elde edemediler.
Allah Resulü (ASV) “Hiç şüphe yok ki Allah seni insanlardan koruyacaktır” (Nisa, 67.) ayetiyle bildirilen ilahi bir koruma altında bulunmasına rağmen, ümmetine rehberlik etmek için aylarca hazırlık yapmış, düşmanın her hareketini gözlemlemiş, bu amaçla çeşitli noktalara serriyler göndermiş, düşmanla ilgili bilgi toplamış, istişare etmiş, zamanının silah ve mühimmatını tedarik etmiş, zırh giymiş ve düşmanı savaş meydanlarında karşılamıştır. Ancak bu fiili duadan sonra: “Allah’ım bize yardım et, bizi düşmana ezdirme!” şeklinde kavli dua etmiştir. Biz ise fiili duayı yapmadan kavli dua yaparak sünnete aykırı bir tutum içine giriyoruz. Bu nedenle de muvaffak olamıyoruz.
Sokaktaki çocukların baskısından ağlayıp babasına koşan çocuk gibi, fiili çareler aramayıp sadece el açıp dua etmekle yetinmek, kendi görevini de Allah’a yüklemek, hiç bir şey kazandırmaz. Sorumlu olduğumuz görevlerimizi yapmadan, kazanmak için çalışmanın şart kılındığı ilahi yasaya itaat etmeden, her şeyi el açıp Allah’tan beklemek, duanın kuralına da aykırıdır. Ancak ümmetin ilim ve teknik çalışmaları için bilinçlenmesi gerekmektedir. Müslümanlar, kâfirlerden daha fazla fen ilimlerine çalışmalı, araştırma yapmalı bu alanda üstünlük kazanmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki dua gösterileri, zalim kâfirleri korkutmaz ancak Müslümanların ekonomik yönden güçlenmeleri, bilim ve teknik alanında üstünlük elde etmeleri onların uykusunu kaçıracaktır. Elbette dua mitingleri hiç bir şey yapmamaktan iyidir. Ümmetin bilinçlenmesine yardımcı olursa faydası olur. Ayrıca hangi tarafta olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.