SABAH YAKIN DEĞİL Mİ?

Lut (a.s)' diğer elçiler gibi seçilmiş bir peygamberdi. Sodom ve Gomore'ye elçi olarak gönderilmişti. Gece gündüz demeden, kavmini Allah'a çağırdı. Homoseksüelizm belasından onları kurtarmaya çalıştı ama nafile! Zira onlar, tercihlerini Allah'a tövbe edip insan ve Müslümanca yaşamaktan yana değil, şehvetlerinin esiri olmaktan yana kullanmışlardı... Hz. Lut (a.s)'un taht-i nikahında bulunan ve hanesinde yaşayan hanımı bile; o iğrenç kavmine casusluk edip, Hz. Lut (a.s)'a ihanet ederken; gelen azap Peygamberin evinde, peygambere ihanet edeni de kapsamına almıştı... 

O zaman akibetlerinin ne olduğuna bir bakalım? Kerim kitabımız Kur'an'ı Kerim'den dinleyelim:

"Elçiler “Ey Lût! Biz rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yola çık. Eşin hariç, sizden hiç kimse geride kalmasın. Çünkü onların başına gelecek olan, şüphesiz onun başına da gelecektir. Onlar için belirlenen zaman, sabah vaktidir. Sabah da yakın, değil mi?” dediler. Bir Peygamberin artık, o insanlardan nasıl bunalıp da kurtulmak istediğini hayal edin. 

 

Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine sağanak halinde, rabbin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz. (Hud/81,82 ve 83) Her mücrim ve âsi için, ilâhi kattan işaretlenmiş/isimlendirilmiş taşlar yağdı başlarına. 

Nitekim güneş doğarken onları korkunç bir gürültü yakalamış, ardından şiddetli bir depremle şehir alt üst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir (Hicr 15/73-74). Şimdi isterseniz biraz biraz düşünüp, kendimizi, çevremizi, içinde yaşadığımız toplumun içinde bulunduğu vahim hali gözlerimizin önüne getirelim... Bu dünyada, Allah'ın yanında hiç kimsenin vaz geçilmez olmadığını bildikten sonra; laik seküler modern dünya insanlığının ve bizim de içinde bulunduğu asrın, nasıl bir felaket asrın dönüştüğüne dikkatlerimizi çekelim. 

İşte böyle, olmaz, gelmez, uzaktır, şimdi zaman değildir gibi şeytani dürtülerin etkisinde kalıp Şeytana maskara olmanın sonu hüsranla neticeleniyormuş. Velev ki, söz konusu hüsranın muhatapları arasında bir Peygamberin evinde yaşayanlar dahi varsa; sonucu değiştirmez!

Onun için, dava derdimiz varsa, var oluruz. Dava diye bir derdimiz yoksa bizde yok olanlarla birlikte oluruz Allah muhafaza. Allah Âzze ve Celle'nin hiç kimseye torpil geçmediğini bilmemiz lazım. Sırat-ı Müstakim'de olmayan, peygamber çocuğu ve hanımı dahi olsa; bak azaptan yakalarını kurtaramıyorlarmış. Demek ki neymiş, aklımızı başımıza alıp; dünyada olup biten kötülük ve şirretliklere karşı durmalı, elimizden geliyorsa önlemeye çalışmalı, yoksa uzak durmalıyız. 

Bakınız bu gün Ümmetin çocukları, Peygaberler ve onların yolundan gidenlerin yerine; topçu, popçu, repçi, şarkıcı ve türkücüleri taklit etmekle, kimi ateist, deist, agonist veya satanist oluvermişler ki bu bir felaket değildir de ya nedir? Söyler misiniz ey eğitimciler! Bu nedir? Okullardan özellikle neden İnkarcı ve geçmişine düşman bir nesil yetişiyor? Evet, hep sabah yakın değil mi sorusunu kendimize sormalıyız? Toplum durmadan kan kaybediyor farkında mıyız? Laik seküler Kemalist sistem; batıdan aldığı eğitim ve öğretim müfredatlarıyla, bir nesli böylece heba edip elden çıkardı! İntiharların, tecavüzlerin, aleni işlenen büyük günahların çoğalması; devletin dahi bunun önüne geçememesi ne demektir? Farkında mısınız bilmem ama; tüm Ebeveynler, sabahın köründe çocuklarının çantalarını sırtlayıp okul kapılarına kadar götürüp teslim ediyorlar ya. Etsinler, etsinler kimsenin bir şey dediği yok zaten. Tabi bu götür getir seansları tam sekiz ay, sabahlı akşamlı olarak devam ediyor. Peki, ilim ve irfan yuvalarında 100 kişiyi bir araya getirmek hayal olmuş mu olmamış mı? Gazeteci herifin biri çıkmış, öğrenciler okulda namaz kılamazlar diye bar bar bağırmakla, bu cesareti ve cüreti kimden ya da kimlerden alıyor dersiniz? Kimsenin kalkıp sözlü dahi olsa, ağzının payını verdiğini gördünüz mü? hayır! O zaman yanlış giden bir şeylerin olduğu, tespit edilmediği müddetçe; kaybedeceğimiz daha çok değerlerimiz olacaktır. Dikkat edin bu gün sadece Şanlıurfa da 765.532 öğrenci, 2228 okulun olduğundan bahsediliyor. Eksik ya da fazla da olabilir. Bu okul sayısı 2017/18 yılının verileridir diye geçiyor. Bu kadar okul ve öğretmene rağmen; gün geçtikçe suç oranlarında düşüşün olması gerekirken, neden yükseliş baş gösteriyor, diye bu işi sorgulamak lazım değil mi? Şehitlerin kanlarıyla sulanmış olan Anadolu toprakları başta olmak üzere; tüm islâm âleminde; çıplaklık kültürü ve kültürel çıplaklık almış başını gidiyorsa; madde bağımlılığı tavan yapıp gençleri zehirliyorsa; Ümmete rehberlik ettiğini söyleyen, gerek ulema ve kanaat önderleri, gerekse siyasi makamlarda etkin ve yetkin olanların; Ümmetin bu kadar parçalanmışlığının felakete davetiye çıkardığından rahatız olmuyorlarsa; kıyamet kapıdadır demekti... O zaman sabah yakın değil mi diye korkmalıyız? Tüm bu olup bitenlerin dışında geriye bir avuç münadi kalmış, belki o garibanların içerisinde biz dahi yokuz! Yazar çizerlerimiz ise hala atışma ve düellolarla birbirlerine laf yetiştirmenin derdindeler. Son bir şey aklıma geldi onunla bitireyim: Sultan Mehmet Fatih Han'ın, İstanbullu feth etme hazırlıklarını yaptığı bir sırada; Bizansın papaz ve keşişleri yani ilim adamları, melekler dişi mi yoksa erkek mi tartışmalarıyla birbirlerini yiyip bitirmişlerdi. Onlar birbirleriyle uğraşırken, bir de baktılar ki İstanbul elden çıkmış! Ne dersiniz kardeşlerim, bizim bu günkü durumumuz, onların o günkü durumuna çok benzemiyor mu? Konuşulacak çok şey var ama konuşacak insan azaldı. Allaha emanet olun.

14 Ekim 2024