“Yanlış bilgi, cehaletten daha tehlikelidir; çünkü bir konu hakkında yanlış bir algı oluşturur ve bu da bilmediğimiz şeyi öğrenme gayretimizin önünde bir engel oluşturur.”
(Aliya İzzetbegoviç, İslam’ın Yeniden Doğuş Meseleleri)
Filistin'de soykırım devam ediyorken gözler Lübnan'da.
Türkiye'de son bir ay boyunca suni gündemlerle meşgul olduk ve biri bitince diğeri de başlayıveriyor. Tüm bunların nedeni; elbette ki, Gazze'nin ve şimdi de Lübnan'a sirayet eden olayların gerçek bağlamı ile gündeme gelmemesi. İsrail'in yaptığı soykırımı hatırlatmamak, yokmuş gibi davranmak, bu suçta ki katkımızı gizlemek, dikkatleri başka noktalara kaydırmak.
Bu hedefler uğruna, İsrail Türkiye'ye saldıracak söylemini ciddi bir tez gibi sunmaya başlayacak kadar işi ileri götürenler bile oldu.
İlginç olan bir husus ise çifte vatandaş maskesi ile İsrail'e giden siyonistlerimiz bir tepki ile karşılaşmıyor, bir engelle de.
Ayrıca dünyanın her yerinde Yahudiler, İsrail Soykırımı'nı kınarken; bizim Yahudiler kınamıyor. Onlar da bizim İslam'ın etkisinde kalmış olmalı. Bu İslam, bizi secdeli birer siyonist yapmış. Bu kadar açık ve net.
*
Firavun'un sihirbazları çok önemli bir kavram ve üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyor. Firavun, bunlar vasıtasıyla algı oluşturuyor ve toplumuna hükmediyordu. Ancak o sihirbazlar hakikati gördükten sonra bedelini göze alarak iman ettiler ve bu imanlarından zerre kadar taviz vermediler. Oysa bugünün sihirbazları, gerçeğin ne olduğunu tam anlamıyla bilmektedirler.
Peki bugünün Firavunlarının sihirbazları kimlerdir? Elbette ki; en önemli olanı Medya...
Oysa insanlık suçlarında, soykırım ve benzeri durumlarda, işgal ve istilalarda, her şerefli, vicdanlı, erdemli insanın temel görevi; rengine, dinine ve mezhebine bakmadan mutlak kötülükle, soykırım veya benzeri insanlık suçlarını işleyen güçlerle mücadele edenleri desteklemektir. Bu görev, İslami, insani, vicdani bir gereklilik ve fazilettir.
Ne aziz halklardır ki; Gazze'nin ve Lübnan'ın halkları; bunca zorluğa ve kıyma, çocuklarının gözlerinin önünde parçalanmasına, evlerinin başlarına yıkılmasına, açlık ve susuzluğa, gidecek kalacak bir yerleri olmamasına rağmen mücahitleri destekliyor ve şikayette bulunup onları suçlamıyorlar. Bu, imanın ve sarsılmaz iradenin zirvesi olmalı...
*
İslam'ın Zafer ve yenilgi kriteri farklıdır.
Ne zafer, daha çok insan öldürmenin karşılığıdır; ne de yenilgi, düşman tarafından çok fazla kayba uğratılmaktır. Esas olan düşmanın hedeflerine ulaşmaması için verilen mücadelede geri adım atmamaktır. Düşmanın zorbalığına ve dayatmalarına teslim olmamak, düşmanı gözünde büyütmemek, düşmandan değil; Allah'tan korkmak ve maddi olarak o günün şartları neyi gerektiriyorsa savaşa ve mücadeleye hazırlıklı olmaktır. Bunlar yapıldıktan sonra yapılacak olan mücadelede, ölünse dahi şehadet, yine müslüman için bir zaferdir.
Dolayısıyla müslüman için çizgisinden ve istikametinden sapmadığı müddetçe yenilgi yoktur.
*
Düşman mert değil, kurallara uymuyor ve maddi/teknolojik üstünlüğü var. İstihbaratı da güçlü. Zira müslüman görünümlü tüm münafıklar, durmaksızın düşmana hizmet etmekte ve artık bunu dillendirmekte de bir çekingenlik göstermiyorlar. Suriye'yi ateşe vererek hazırladıkları Gazze Soykırımı'nda da İsrail'lin yanındalar...
Müslüman görünümüyle ve secdeye vararak, müslüman olduğunu iddia ederek tüm bu cürümleri işlemekteler. İşte İsrail'in veya küresel siyonizmine emperyalizmin en güçlü kolu bu secdeli siyonizmdir...
“Her mağlubiyet, ahlaki çöküşle başlar. Her ne yapılmak isteniyorsa, bu önce insanların ruhlarında gerçekleşmelidir.”
(İslam Deklarasyonu, Aliya İzzetbegoviç)
Sonuç olarak; Aliya'nın da belirttiği gibi ölüyoruz, çok ölüyoruz ama onlar da kazanmıyorlar.