Kitapçıdan iki kitabımı aldım. İmzalı isteyen bir okuyucuma göndermek için. Öğle namazı sonrası camide elime alıp okumaya başladım. Yanıma meczup görünümlü biri yaklaştı ve "elindeki kitaba bakabilir miyim?" dedi. Verdim, biraz baktı, süzdü, okudu. "Evet gerçekten düşünen düşer. Adam meseleyi anlamış. Bu yazar büyük bir âlim. Ben Tillo da yıllarca ders aldım, Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe bir sürü ilim okudum, böylesi derin manaları anlatan kimse görmedim" diyerek kitapları illa kendisine vermemi istedi. İçinde bu denli okuma iştiyakı olan bir insanı kıramazdım. İki kitabı da hediye ettim. İkisini de okuyacağını ve yazarla birgün mutlaka tanışacağını söyledi. Müsaade isteyip ayrıldım camiden. Tekrar kitapçıya geldim, aynı kitapları aldım. Hayat bu, kime niyet kime kısmet!
Okula yeni başlayan çocukların heyecanına bakıyorum. Defterler, kitaplar, kalemler, silgiler, çantalar... Okumak nedir, okulun sonu nereye çıkar, keşke bilseler! En fazla bir memur olacaklar. Yirmi beş yıl okuyorlar ve sonra şayet ellerine geçerse bir memur oluyorlar. Memurun bu ülkedeki değersizliğini anladıklarında iş işten geçmiş olacak. Dolayısıyla okumanın, okulun, okullu olmanın bu ülkede ne kadar değersiz bir şey olduğunu anlayacaklar. Sonra başlayan hayal kırıklıkları, ümitsizlikler, pişmanlıklar... Şener Şen'in "Namuslu" filmindeki sözleri geliyor aklıma. Okusan, dürüst olsan bir değerin olmaz. Çalsan, çırpsan, fırıldak olsan ve bu sayede yüksek makamlara gelsen insanlar sana değer verir, seni el üstünde tutar. Çok acı ama gerçek.
Dilan Polat tahliye edildi. Müebbet ile yargılanıyordu ama tahliye oldu. Büyük çalarsan tahliye edilirsin, küçük çalarsan müebbet yersin. Aslında biz büyük hırsızları seven bir toplumuz. Hırsızları seviyoruz, çünkü hırsızız. Zalimleri seviyoruz, çünkü zalimiz. Yakında Dilan Polat program teklifleri alır, dizilerde oynar, oyunculuk yapar, sunuculuk yapar. Dünya böyle bir yer. Kötülük her daim kazandı, iyilik her daim kaybetti. Adalet göklerdedir, adalet hayallerdedir. Kemalistler de islamcılar da adaleti kovduklar muhitlerinden. Narin'in cesedi bulundu. Günlerdir aranıyordu. Olayın içinde bütün aile var, bütün akrabalar var. Karmakarışık. Yayın yasağı kalktı mı, bilmiyorum. Rezil bir dünya. Sözün bittiği yer. Ne desen boş. Ne suçu vardı Narin'in? Yine teodise problemi. "Tanrı dediğin, tecavüz edilerek öldürülen bir çocuğun saatlerce kıvranıp yardım isterken sesini duymayıp senin saçma sapan dualarını duyacağını sandığın kişidir. Kendini kandırmaya devam et." Böyle diyor, usta oyuncu Al Paçino. Teodise problemini kendince kökten hallediyor. Tarih boyunca üretilen bütün teodise savunmaları böylesi acı gerçekler karşısında çaresizdir.
Ahmet Altan yazsaydı çok dokunaklı bir yazı kaleme alırdı. Belki de yazdı, haberim yok. Genç harbiyeliler, eski alışkanlıklar, tören, kılıçlar, çatık kaş hükümet dedikleri zat. Okullar açıldı. Havalar yaz gibi sıcak. Şimdi klimada oturuyoruz. Viranşehir ve Harran görevi. Yarın Birecik görevi. Yol yoruyor. Yolculuk en sevmediğim şeylerden. "Heidi" çizgi filmini izliyorum oğlum Muhammed Yusuf'la birlikte. Eşim "çocuksun!" diyor. Film izlerken film olduğunu unutuyorum. Filmin içine giriyorum, bütün olayları gerçekmiş gibi bizzat yaşıyorum. Onlarca kez izlediğim bir film bile olsa değişmiyor bu duygu. Hayatta en uzak olduğum şey komedi ve mizah. Gerçeği seviyorum, trajediyi seviyorum, dramı seviyorum. Dücane'nin kısa bir videosu. Entelektüel gevezelik. Hayatta hiçbir karşılığı yok. Cemil Meriç olsaydı "entelektüel istimna" derdi. Dün tarlada birkaç saat güneş altında çalıştım, her tarafım tutuldu, bütün vücudum sızı içinde. Ekmek parası için her gün saatlerce güneş altında çalışanları düşündüm. Utandım sadece. İslamcı iddialar. Bir çürük ipliğe dizilen hülyalar. Herkesin bildiği şeyleri yazmanın ne manası var?