İSLÂM'IN HÂKİM OLMADIĞI YERDE ADALET OLUR MU?

Adem babamızın yeryüzüne inmesiyle birlikte, iki oğlu Habil ile Kabil arasında baş gösteren hak batıl mücadelesi bu güne kadar gelmiş; kıyamete kadar da devam edecektir. Müslüman ve mazlum olarak, Kabil tarafından şehid edilen Habil; yeryüzüne kanı ilk düşen insandır. Kabil'de yeryüzünü ilk olarak kana bulayan katildir. 

 

Mazlum olarak şehid edilen Habil'in hakkı bu dünyada Kabilin yanına kar kalmadığı gibi; ahirette de elim bir azaba çarpılacağı muhakkaktır... Ama bununla birlikte, dünyada işlenen bazı suç ve cürümlerin hesabı ahirete bırakılmamıştır. Mesela Allah'ın hükmünün geçerli olduğu bir toplumda; evli zaniler devlet tarafından recmedilir, suçun oranına göre hırsızın eli kesilir; iffetli kadın veya başka bir insana iftira atana da, hâkim tarafından seksen değnek vurdurulur. Hüküm/hâkimiyet Allah'ın dır (yusuf/40) ilâhi emirler; yeryüzünde yaşayan tüm insanlığın hayat garantisidir. Çünkü Allah'ın hükümleriyle hükmedilmeyen bir toplumda/devlette Adalet beklemek; solucanda diş beklemeye benzer. Kul, kendi dar akıl sınırları içinde tasarladığı fikirleri kanun yapmakla kendi kendini sevku idare ettiğinde; ilâhi emirlere ihtiyaç duymadığını ve kendi kendine yeterli olduğunu iddia etmeye çalıştığında, Firavun ve Nemrut gibi İlahlık taslar durumuna düşer... Geçmiş tarihlerde, insan topluluklarının bazı kesimlerinde; adaletli idarecilerden bahsedilse de, (Nuş-i Revan gibi) bunlar şahıs bazında çok nadir görülen bir kaç hadiseden öteye geçmemektedir. 

 

İslâm toplumu demek; hüküm ve hakimiyetin kayıtsız şartsız Allah’a ait olduğu demektir. İslâm toplumunda; İdareci ile tebaa'sının mahkeme huzurunda eşit şekilde yargılanmaları demektir. (Hz. Ali ile gayri müslim'in kadı Şüreyh huzurunda yargılanıp, Hz. Ali'nin delil şahit yetersizliğinden dolayı haksız görüldüğü gibi)

 

Şimdi biri çıkıp ta; Demokrasi/beşeri kanunlarla idare edilen şu veya bu devlette; amir ile memurun yargı önünde eşit olduğunu iddia edebilir mi? Hayır edemez, çünkü beşeri kanunların egemen olduğu toplumlarda adaletin yerine zulüm, eşitliğin yerine adamına göre muamele, hukukun yerine keyfi uygulamalarla hareket edilir!

 

Bu gerçeği en yalın haliyle, yakında ülkemizde gördük. Dilan Polat gibi bir kadının ne gibi kirli işlere bulaştığını; günlerce yazılı ve görsel medyada herkes izledi/okudu. Peki, sonuç: bir kaç ay hapis ve ardından ceplere konulan yeşil dolarlar sayesinde serbest bırakılması... 

Misalleri çoğaltmak mümkündür. Mesele geçenlere ortadan kaybolan sekiz yaşındaki Narin Güner'in on dokuz gün sonra vahşi bir şekilde katledilmiş olan cesedinin bulunması; belki günlerce konuşulacaktır. Fakat Narin için, adalet hiçbir zaman yerini bulmayacaktır. Eğer bu gün yaşadığımız ülkede, beşeri kanunlar yerine; Allah'ın hükümleriyle hükmedilmiş olunsaydı, küçük Narin'in katilleri ceza evine gönderilmeyeceklerdi. Aksine bu adi ve vahşi cinayette kimin parmağı varsa; hepsinin idam edilmeleri gerekecekti. Âdalet; Rabbimizin Âdil olan sıfatından gelen bir terimdir... Başka sistemlerde bulunmaz. Bebek katilleriyle, rüşvet babalarının kol kola girip gezdikleri bir dünyada; hiç kimse adaleti beklemsin... 

 

Narin'in katillleri bir kaç yıl yattıktan sonra, parayla rüşvetle paçayı yırtıp çıkacaklarını herkes biliyor. Bakınız sadece 2023 yılı içerisinde ülkemizde katledilen kadınların sayısı; 315 dir. Bu resmi rakamlardır. Dahası da olabilir. Öldürülen kadınların %55'nin silahla vurularak öldürüldüğü kayıtlara geçmişken; diğerleri ise değişik ve şüpheli şekillerde öldürülmüşlerdir. 

 

Söz konusu kadın cinayetlerinin en çok işlendiği il, İstanbul'dur. Herhalde bu da, İstanbul sözleşmesinin kadınlara vermiş olduğu (!) bir toleranstır diyesi geliyor insanın? İsterseniz 2009 yılına kısa bir göz atalım. Hatırlayın, 17 yaşında lise öğrencisi olan Münevver Karabulut isimli genç kız; Cem Garipoğlu isimli şahıs tarafından başı kesilerek katledilmişti. Sonuç ne oldu diye soracak olursanız; Cem Garipoğlu 10 Ekim 2024'te kaldığı Silivri 5 nolu cezaevinde intihar etmişti. Peki, adalet tecelli etmiş miydi? Tabi ki hayır. 

Şimdi insanların çoğunun ülkemizde vuku bulan bu olaylar zincirini; sosyolojik ve ekonomik durumlarla ilişkilendirdiklerini biliyoruz. Ama işin gerçeği o değil; birinci ve öncelikli sebebi, ilâhi hükümlerin egemen olmadığındandır. Düşünün yaşadığımız ülkede ve dünyada, cezaevleri artık suçlulara yetmemektedir. 

 

Burada herkes şunu gördü; 10 Ağustos 1997 yılında, bir pastanden baklava ve fıstık çaldıkları gerekçesiyle yargılanan; Ali Avcı, Ali Keklik, Metin Subaşı ve Metin Hamurcu'nun 9'ar yıl ağır hapis cezasına çarptıran yargı ile; yakın zamanda kara para aklaması olayıyla günlerce Türkiye'nin gündemini işgal eden Dilan Polat ve fenomen eşi Engin Polat'ı 6 ay sonra serbest bırakan yargının aynı olmadığı... Kısacası: İnsanlık ya Allah'ın hüküm ve hakimiyetine teslim olup kurtulacak; ya da kıyamete kadar Demokrasi diye diye her gün onlarca kurban verecektir! 

"Onlar, hâlâ o câhillik devrinin hükmünü mü istiyorlar?" Kimmiş Allah'dan daha güzel hüküm verecek? Fakat bunu, gerçek anlayış sahibi olan bir toplum bilir. Yoksa cahiliyyet (ve vahşet) yasalarını mı istiyorlar. (Maide/50)

Evet, biz iman edenler için; Allah'ın hükümlerinden başka tüm beşeri hükümler/yasalar batıldır merduttur... Her biri insan idrakine giydirilmiş ateşten birer gömlektir... Kurtuluş isteyen Allah'ın ipine sarılsın... O'nun hükümleri dışındaki tüm hükümler, insanlığın önüne kurulmuş tuzaklardır. 

Kalın sağlıcakla efendim.