Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dinimizde yapılması istenilen şeylerden birincisi, iman etmektir. Bundan sonra ilim gelir. İlim, yani ne haram, ne helal, hangisi uygun, hangisi değil, onu bilmek gelir. Bütün ibadetler ilme bağlıdır. İlim öğrenmek şarttır. İlim olmazsa insan yanlış yapar, hatta küfre de girer.
Peygamber Efendimiz, “Rütbetül-ilmi a’ler rüteb” yani, “Rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir” buyurdu. Yine, “Bir Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” buyurdu. Yani bir Âlim vefat ederse, bütün insanlar ölmüş gibidir.
Başka bir Hadis-i Şerifte de, “Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır” buyurulmuştur.
Ondan sonra haramdan sakınmak, sonra farzları ve vacibleri yapmak, sonra da, mekruhtan sakınmak, sünnetleri yapmak gelir. Dikkat edilirse, farzları yapmaktan önce haramdan sakınmak, sünnetleri yapmaktan önce de mekruhtan sakınmak geliyor. Yani, hep sakınmak önce geliyor. Mecelle’de de, “Def-i Mefâsid, Celb-i Menafiden evladır” deniyor. Bu ifade, “Zararı yok etmek, fayda sağlamaktan önce gelir” demektir. Yani, kötüden uzaklaşmak, kötülüğü yapmamak, yanlış yapmamak, iyiyi yapmaktan daha iyidir; çünkü o mutlak suçtur, niyeti ne olursa olsun yazılır. Sevablar ise, kabul oldu mu, olmadı mı, ne niyetle yaptı, belli değildir, yani şüphe vardır. Onun için sakınmak, yapmaktan önce gelir. Dolayısıyla tevbe etmek, mutlak lazımdır. Hatta ibadeti yaptıktan sonra da tevbe etmeli. Günahlara olduğu gibi, ibadetimize de tevbe etmeli; çünkü biz ibadetlerde de günah işleyebiliriz. Müminin şiarı, her halükârda tevbe istiğfar etmektir. Hiç olmazsa yatarken, sana sığındım yâ Rabbi diyerek istiğfar etmeli, sonra da yatıp uyumalı.
Takva ve emre muhalefet
Bir zata, “Bu sene kurban bayramı, takvimdeki gününde mi?” diye talebeleri sorarlar. O zat da, hesaba göre de, takvime göre de aynı gün olduğunu bildirir; fakat daha sonra der ki: Bunu söyledikten sonra sabaha kadar uyuyamadım; çünkü kardeşlerimizin arasında çok takva ehli olanlar vardır. “İhtiyaten kurbanları ikinci gün keselim, ihtiyaten takvimdeki birinci günde de Arafat’a çıkalım” diye düşünerek emre muhalefet ederler diye korktum. “İsteyenler ihtiyaten ikinci gün de kesebilirler, yine isteyenler ihtiyaten tekrar Arafat’a çıkabilirler” dedim; çünkü kendi akıllarına göre yaparlarsa, emre muhalefet etmiş olacaklardı. Hâlbuki hocamız, benim sözümün kendi sözleri olduğunu açıkça bildirdi. Muhalefet edenler, sadece bana değil, hocamıza da muhalefet etmiş olurlar.
İslam’ın şartı değişmez
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bir gün hazreti Ömer, bir yere vali tayin ederek der ki:
— Yarın filan yerde bekle, geleceğim. Sana, iyi valinin nasıl olacağını, başarının yollarını anlatacağım inşallah.
Herkes, acaba ne nasihatler verecek, ne tavsiye edecek diye merak eder. Ertesi gün Eshab-ı Kiramın hepsi gelir. Vali gelince, Hazreti Ömer, valinin kolundan tutup der ki:
— Eğer başarılı olmak istiyorsan, namazını Tadil-i Erkânla vakti girince kıl! Ramazan-ı Şerif gelince orucunu tut! Hac zamanı Hacca gel! Zekâtını noksansız şekilde ver! Kelime-i Şehadeti çok söyle, imanını muhafaza et! Haydi, güle güle, git yoluna, Allahü Teâlâ yardımcın olsun!
— Yâ Emir-el-Müminin, bunlar zaten İslam’ın şartları. Ben başka şeyler de söyleyeceğinizi, Valilik hakkında başarılı olmanın yollarını anlatacağınızı zannettim.
— Allahü Teâlâ böyle buyuruyor, İslam’ın şartı beştir. Ben bunu altı yapacak değilim ya? Bu beş şartı doğru yapan, başarılı olur.
Biz de, İslam’ın beş şartını en iyi şekilde yerine getirmeliyiz. Başarının şartı budur. Bunun için çok sevinelim, çok şükredelim, rahatımıza bakalım. Bu imanı Allahü Teâlâ, severek, seçerek bizzat kendisi verdi. Biri vasıtasıyla vermiş olsa da, Allah nasip etmese, Peygamberi görse bile, nasibi yoksa iman edemez. Mademki Allahü Teâlâ bu cevheri bize nasip etmiştir, bu istisnai bir muameledir, bir imtiyazdır. Bu bir cevherdir, bir hazinedir, bunun korunması artık bize kalmıştır. Onun için iyilerle görüşmeye ve konuşmaya gayret edelim ve bu cevheri taşıyanların da kıymetini bilelim. Onları üzmekten, kırmaktan Allahü Teâlâ’ya sığınalım; çünkü Cenab-ı Hak kendi rızasını kullarının rızasına bağlamıştır. Allahü Teâlâ’nın kullarını razı eden, Allahü Teâlâ’yı razı eder. Onları üzen, Allahü Teâlâ’yı üzer.
Bir gün Peygamber Efendimize dediler ki:
— Yâ Resulallah, burada bir kadın var, gece gündüz ibadet ediyor; ama çenesiyle insanları kırıp döküyor, komşuları illallah diyor.
Cevaben buyurdu ki:
— Onun gideceği yer cehennemdir.
Onun için, herkesle iyi geçinmeli, hiç kimseyi kırmamalı, kimse bizden şikâyet etmemeli.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)