Çok sıcak. Terden sırılsıklam oluyorum. Yerimde oturamıyorum. Mustafa Öztürk bir televizyon kanalında konuşuyor. Zehir zemberek sözler. Yazık ki doğru sözler. Muhafazakârlar sanatta, edebiyatta, düşüncede, felsefede, hukukta, adalette, siyasette, eğitimde kısacası her alanda sınıfta kaldılar. Muhafazakârların kahir ekseriyetinin böyle bir derdi de yok. Bunların hepsi bomboş şeyler onlara göre. Tek bildikleri ve istedikleri iktidarda kalmak, para kazanmak, saltanatlarını korumak. Ülkede yer-gök din fışkırıyor ama ortada dindarlık yok, ahlak yok. Öztürk'e katılmamak için kör olmak gerekiyor...
"Bilmek Azaptır" postaya verildi belki. Birkaç gün içinde elimde olur nasipse. 50 adet gelse, adedini 100 TL'ye satsam toplam 5 bin TL. Bir cep harçlığı. Bugüne kadar kitaptan cebime giren para yok. Gelirler giderleri ancak karşılıyor. Sonuç elde var sıfır. Maddi olarak böyle. Ama manevi olarak kazancım çok büyük. Okuyacak ne kadar insan varsa hepsiyle sohbet edeceğim. Onlar intibalarını, takdirlerini, eleştirilerini aktaracaklar. Kitapların asıl amacı (en azından kendi kitaplarımın) kalplerde ve zihinlerde yer etmek. Gerisi teferruat.
Diyanet İşleri Başkanı birkaç gün önce Hz. İsa ölmüştür ve geri gelmeyecektir dedi. Gelen yoğun tepkiler üzerine yeni bir açıklama yaptı, Hz. İsa ölmemiştir ve kıyamete yakın geri dönecektir dedi. Omurga herkeste olan bir şey değil. Makam mevki sevdası muhafazakârların ölümü olacak gibi. Ebubekir Sifil'in karşıt açıklaması tehdit gibiydi. Düşünüyorum, Sifil akademik hayatı boyunca inandığı şeyler üzerine beş dakika düşünme cesareti göstermiş midir acaba? Hazretin yaptığı sadece tetikçilik, bir mezhebin kanaatini haklı çıkarmak yani.
Kıyamete yakın bir insan gökten ufo gibi yere inecek, nereye inecek, hangi ülkeye inecek, hangi dili konuşacak, ne yapabilecek, bu hatm-i nübüvvet ve sünnetullah ilkesine ters değil mi? Sifil gibileri bunlar üzerine ciddi anlamda beş dakika bile düşünmez, düşünme cesareti gösteremez. Yaptıkları tek şey atalar dini'nin bir kabulünü haklı çıkarmak için ellerinden gelen her şeyi yapmak. Aydın insan bir meseleyi önce kendisine sormalı, kendi dünyasında hesaplaşmalı oysa…
46 yaşındayım, Rabbim ömür verirse belki bir 25 yıl daha yaşarım. Bunun 10 yılı uykuyla, 10 yılı yeme-içmeyle, gezmeyle, çalışmayla, bomboş muhabbetlerle, gevezeliklerle, hastalıklarla geçecek. Geriye 5 yıl kalıyor. Kendime ayıracağım, kendimle baş başa kalacağım, kendi içimde derinleşeceğim hakiki ömrüm 5 yıl kaldı. Hayat nedir sahiden?
Bir danışmanın taktığı saat yaklaşık 2 trilyon, giydiği ayakkabı yaklaşık 40 milyar. Üstelik saklamıyor, gözümüze sokuyor. Diğer tarafta milyonlarca insan açlık sınırı altında geçinmeye çalışıyor. Merhum Yaşar Kemal'in dediği gibi toplumdaki bu sosyal adaletsizliği, bu korkunç uçurumu, yoksulluğu yazmayan yazar, yazar değil insan bile olamaz. Yazık ki çoğu muhafazakar yazarın umrunda değil bunlar.
Kime laf anlatabilirsin ki! Herkes elindekinden memnun. Tarikatçı tarikatından memnun, nurcu nurculuğundan memnun, mealci mealciliğinden memnun, tarihselci tarihselciliğinden memnun, İslamcı islamcılığından memnun, kemalist kemalizden memnun, deist deizmden memnun, ateist ateizmden memnun, ülkücü ülkücülüğünden memnun... Bu kadar memnunların olduğu bir diyarda kime laf anlatabilirsin ki!
Şöyle diyor Cemil Meriç yerden göğe haklı olarak: “Bir davaya, bir mezhebe bağlanmak. Her dava karanlık, her mezhep gülünç. Ya sana koşacak kalabalık, karşında el pençe divan duracak. Ya sen onun içinde eriyeceksin. Yalnızlık cüzzamlıya yaraşır. Cüzzamlıya ve tanrıya. Okuyan kopar. Uçurumlar da zirveler kadar cazip. Ne istiyorsun? Tevekkül güç, isyan vahim. Pascal'ın parmağı kiliseyi gösteriyor, Marks'ınki kalabalığı…”