“Âlem, üç şeyin mecmuundan ibarettir: Varlık, düşünce ve hareket…
Var Olmak, düşünmek ve hareket etmek demektir…
Artık felsefemizin formülünü ortaya koyabiliriz:
Hareket ediyorum, düşünüyorum, “Bir”liği seviyorum, o halde varım...”
Nurettin Topçu
"Her çağın nev-i şahsına münhasır hastalıkları vardır... Depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, sınırdaki kişilik bozukluğu veya tükenmişlik sendromu gibi sinirsel hastalıklar başlamakta olan 21. yüzyılın patolojik manzarasını tayin etmektedir..." Böyle diyordu Byung-Chull Han, Yorgunluk Toplumu kitabında. Modern insan parçalanmıştır, bütünlükten, ahenkten uzaktır bugün. İnsanın tükenmişliğinin, kalp yetmezliğinin, parçalı kişilik bozukluğunun sebebi düşünce ve eylemi arasındaki uyumsuzluktur. Eyleme dönüş/e/meyen fikir, faaliyetten uzak düşünce, aktiviteye bulaşmayan idrak insanın varoluşunun önündeki en önemli engeldir.
Hannah Arend, “İnsanlık Durumu” olarak “Vita activa” ve “Vita contemplativa” (Hareket/düşünce) ayrımı yapıyordu. Geleneksel felsefenin, Vita contemplativa'nın üstünlüğüne karşı vita activa'ya itibarını iade edip onun içindeki çeşitliliği ifade ediyordu. Düşüncenin pasifliğinden, hareketin aktifliğine geçmenin gerekliliğine işaret ediyordu. Byung- Chull Han ise hareketin bile başlı başına bir düşünce olduğunu ifade ediyordu. "Dünyanın geleceği düşünceden ziyade eyleme kudretini elinde tutan insanlara bağlı olsa da düşünce insanların geleceği için önemsiz olmayacaktır, çünkü düşünmek vita activa'nın faaliyetleri arasındaki en faal olandır ve basit faaliyetlerin tümünü de aşar...”
Düşün dünyasının hareket ile düşünce arasında, hangisinin daha önemli olduğuna dair yaklaşımları bizi birini tercih etmeye mi götürmeli? Elbette hayır. Son tahlilde erdemli davranış bir bütünlük meselesidir. İdrak ile inşa, eylem ile fikir, soyut ile somut, madde ile mana, fizik ile metafizik bir bütünlüğe ulaştırmalıdır insanı. Bu bağlamda insanın var oluş ve yok oluş sürecini belirleyen esas nokta hareket ile beslenmiş düşünce olacaktır. İnsanın yaşadığı her anda içindeki düşünceyi ve içkinliğini aşarak, hareket ile aşkın ol/an ile olarak, var olmasıdır. "İnsan bilmelidir ki güzel bir hayat için şu gereklidir” diyordu Aziz Gregory ve açıklıyordu: “Faaliyet dünyasından nazarın dünyasına dönmekle birlikte, sıklıkla şu da faydalıdır; ruhun nazari dünyasından faaliyetlere geri dönmek. Böylelikle faaliyete döndürülmüş nazarın kalpte tutuşan şulesi mükemmelliğe ermiştir. Faaliyetler bizi nazara vardırmalı, fakat içsel olarak tefekkür ettiklerimizden dışarı çıkan nazar da bizi faal hayata geri döndürmelidir."
İnsan eylemiyle ve hareketiyle ancak insanlaşabilecektir. İsterseniz sözün burasında bir de “bizim” düşün dünyasına bakalım. İbn Bacce’ye göre "İnsani düşünceye sahipken gereğince hareket etmek yerine kötü davranan kimseye kelimenin tam anlamıyla hayvan denilebilir. Zira o haliyle insan değildir o ve hayvan ondan üstündür. Zekâsı ile iyiyi tam anlamıyla bildiği halde, hayvani tabiatının izine gittiğine göre, kesinlikle hayvandır o..." Bir de İbn Arabi’ye bakalım: Bir insanın imanı hakkında ne söylediği değil, bu imanın o insanı ne yaptığı, ne hale getirdiğidir..." Düşüncenin, fikrin, imanın, içkinliğin dışa yansıması önemli bir durum olarak önümüzde durmaktadır. Onun için düşünce mi eylem mi sorusu bizi, önce sahih düşünce ve sonra ona uygun eylem cevabına ulaştıracaktır. Evet, fikir olmadan eylem olmayacaktır ama eylemsiz bir düşünce de insanı parçalanmışlığa götürecektir. Düşünce; bir gaye olarak, o düşünceye uygun sorumluluğu yüklenen bir iradeye ve dahi aksiyona, faaliyete, eyleme dönüşerek bir bütünlüğe varabilmelidir. Bu uyumlu bütünlük durumunda hareket, düşüncenin de gelişmesini sağlayacak, insanı, kesretten vahdete, vahdetten harekete, hareketten sükûna ulaştırarak; iyi, doğru ve güzelin bir/likte uyumu ile yani hikmet ile ve hikmetli olan ile buluşturacaktır.
Sözün özü: İnsanın varlık içinde, var olan olarak, var oluşunu gerçekleştirebilmesi için; düşünce ve hareketi birleştirmesi gerekecektir. Bu bir/lik düşüncesi, insanı; biyolojik olarak doğmuş olduğu yaşamın içinde, yeniden “diriliş” ile hayat bulacak, hayat olacak, hayat sunacak insan ulaştıracaktır. Evet, görüyorsunuz ya düşünce ve hareket üzerine yürüdüğümüz yol bizi, Nurettin Topçu’nun “Hareket Felsefesi”ne ve dolayısıyla hareketin düşünceye, düşüncenin harekete b/ulaştığı bir duruma ulaştırıyor. Buyurun o zaman “Yorgunluk Toplumu”nun, “tükenmişlik sendromunda” olan insanına bir “tedavi” yöntemi olarak; “Var Olmak” diyelim ve Topçu ile başladığımız yazıyı yine onunla bitirelim. “İnsan kendini ve eşyayı hareket ederek tanır. Hareketin gelişmesi düşüncenin gelişmesini sağlar. Varlık olmaksızın âlem tasavvuru nasıl gülünçse, hareketi yok sayarak insanı düşünmekte abestir…”