Yüce Allah, yüz binlerce çeşit canlı yaratmıştır. İnsanı tüm canlıların en şereflisi konumunda bir değerle onurlandırmıştır. “Kelam” isminin tecellisi olarak çeşitli lisanlarla anlaşıp konuşmayı da yalnız insana ihsan etmiştir. Buna “Kelam-ı beşerî” denir. Bu kelam ancak anlaşılmakla bir değer ifade eder; anlaşılmayan bir beşeri kelam hiç bir güzellik ve zevk vermez, dinleyeni sıkıp usandırır, saçma sapan seslerden ibaret kalır.
Yüce Yaratıcı, “Kelam-i beşerî” adı verilen dillerle dua, zikir ve tesbih etmeyi inanın iradesine bağlayarak onu özgür bırakmıştır. Ancak namaz gibi ibadetlerde, ilahi kelam olan Kur’an ile zikretmesini emretmektedir. İnsan iradesinin karışmadığı yalnızca Allah’tan gelen kelama ise Lâhûtî denilmektedir. Kelam-ı Lahutî, kelam-ı beşerî’nin aksine, anlaşılmasa da insana hoş gelir, sıkıntı vermez, usandırmaz.
Kur’an Allah kelamı olduğu gibi, okunurken hâsıl olan ses, ahenk, ölçü, akıcılık ve insicam gibi belağat güzellikleri de beşeri değil, Lâhûtî’dir. Bu nedenle Kur’an-ı anlamayanlar da onu dinlemekten ve okumaktan lezzet alırlar.
Böceklerden kuşlara kadar her bir canlı türü özel bir dil ve sesle donatmıştır. Bunları özel dilleri ve sesleri de lahutidir. Çünkü yalnızca Allah’tandır ve hiçbir beşer iradesi karışmamıştır. Söz gelimi kuş ötüşlerini insanlar anlamadıkları halde duymaktan zevk alırlar, ötüşlerini dinlemek için evlerinde çeşitli kuş türleri barındırırlar.
Çeşitli hayvanların insana zevk veren ötüşleri, kendi özel dilleriyle yaptıkları bir nevi zikir ve tesbihtir. Bu nedenle lahûtî bir mahiyet kazanmışlardır. Canlılardan her bir türün bülbül gibi bir sınıfı var ki, o türün en latif hislerini en tatlı bir avaz ile seslendirirler. Böylelikle teşbih ederler. Özellikle sinek ve böceklerin tesbihlerini seslendiren çok sayıda ve çok çeşitli zâkir bülbülleri vardır. Bu zikir ötüşlerini, kulağı bulunan her ferde işittirip onları lezzetlendirirler.
O zâkirlerden bir kısmı gündüzcüdür; bahar ve yaz mevsimlerinde ağaçları minber edinir, yüksek avazlarıyla, latif nağmeler ve seçili, ahenkli, ölçülü bir tesbihatla Rahman ve Rahim olan Allah’ın rahmetini ilan ediyorlar. Adeta bir zikr-i cehrî halkası gibi, işitenlerin her biri bir zikir coşkusuna kapılarak özel lisan ve avazlarıyla Yüce Yaratıcıyı zikre başlarlar.
Diğer bir kısım zâkirler ise gececidir. Sessizliğe bürünen ve sükûnete giren gecede, küçücük hayvanların kaside okuyan ve tatlı dilli sözcüleri, incitmeyen tatlı bir avazla ve hiç bir rahatsızlık vermeden gecenin sessizliğinde zikrederler. Hatta bu zikirlere kulak veren her insanın ruhunu okşayarak onu dinlendirirler. Sanki bir zikr-i hafî dairesi gibi o türün her bir ferdi sessizce o zikri dinler, kendi kalpleriyle ona katılırlar.
İnsanın çevresinde olup biten bu zikir faaliyetlerinin elbette insana yönelik uyarı ve hatırlatma amacı da vardır. Unutulmamalıdır ki insan, her şeyden ders aldığı ölçüde yanlışlardan uzaklaşır ve değer kazanır.
Şehirlerdeki gürültü kirliliği ne yazık ki bu küçücük hayvanların ve kuşların zikirlerini dinlemeye engel olmuştur. İnsanların doğaya karşı olumsuz tutum ve yaklaşımı dünyamıza neşe saçan birçok canlı türlerinin yok olmasına neden olmaktadır. Teknolojik gürültülerin ve çeşitli olumsuzlukların yaygınlaşması sonucu fark edilmeyen ama latif ve dinlendirici bu zikirleri köylerimizde ve kırsalda da kaybetmekle karşı karşıyayız.
Gazze’de uyguladıkları soykırımla bebeklerin seslerini yok eden, Müslümanların zikir ve tesbih seslerini bombalarla susturan zalim İsrail ve yandaşları melunlar, dünya çapında hayvanatın zikirlerini de susturmuşlardır.
Tarım ilaçları ve anız yangınları yüzünden binlerce çeşit hayvan türlerini yok olduğu için, hem gündüz hem gece zâkirlerinin seslerini işitemez olduk. Cennet gibi yaratılmış bu dünyayı cehenneme çevirenler, kafeslere kıstırılan hayvanların ötüşleriyle yetinmeye mecbur bırakmışlardır. Müminlerin buna karşı duyarlı olmaları zikir ve tesbihlerin kesilmemesi için çaba göstermeleri gerekir. Yoksa mahşer gününde bunun da hesabının sorulacağı unutulmamalıdır.