Ahmet ARSLAN, kendi deyimiyle Felsefeci veya filozof değil, O bir “ Felsefe tarihçisi”.
Ülkenin ve Urfa’nın gündemine nasıl girdi ? Tanıyan binde bir olan kesimi çıkarırsak ;
Reels,short veya X de paylaşılan kısa videolar sayesinde…
Yoksa kimsenin “tıkladığı” yoktu.
Urfalılara vurdukça keyiften dört köşe olup esas lafın kendilerine geldiğini fark etmeyen, Onu ağızları açık, hayranlıkla seyredenlerin çoğu nerden tanıyor ?
Aynı mecradan.
Tabi O ironi yaparak tanınmasına, mevcut muhafazakar yönetimin vesile olduğunu söylüyor…
Haklılık payı var.
Eleştiride Urfa kendisi için bir “SİMGE” .
Tüm Türkiye , ya da tüm coğrafyamız demektense , Gelinim size söylüyorum kızım siz anlayın misali Urfa’ya saydırıyor. Ama son zamanlarda bilgelik sever “Ege” insanına şirinlik yapıp, güldüreyim derken kantarın topuzu kaçtı.
Urfa’yı kafasında nasıl kurguluyor derseniz , Onda 1960 larda terk ettiği Urfa var. sonrası yok . Uzak kalmış zaten.
Bıraktığı Urfa aynı mı ?
Görse geçmişi arar…
Hocanın salvolarına karşı cevap yetiştirenler derseniz ?
Aklı önceleyen, öğrenmede kuşku ve şüpheyi kullanan, duyulur ve algılanır bilgiyi kendine rehber edinmiş kişiyi , Mit’lerle , köken hikayeleri ile dahası soyut kavramlarla ve inançlarla ikna edemezsiniz.
Dile dolanan inançsızlığı meselesine gelince , her ortamda dile getiriyor olması kendine özel doğmaları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Tanrı anlayışındaki esas mesele gündelik hayata müdahale eden yaratıcı tanrı figürü. Bunun insanı kısıtladığını, düşünmesine ve gelişmesine ket vurduğunu söylüyor. Etliye sütlüye karışmayan İsevi tanrısı ona göre daha sempatik. Kafasında oluşturmaya çalıştığı hayat anlayışı, düşünmedeki öncülleri kendisi için ideoloji haline bürünüp doğmalardan farkım yok diyor.
“Tercihinizi yapın ya ben olacaksınız Ya Tatlıses” uyarısı çok geç kalmış ve güncel toplumu okuyamadığını gösterir bir uyarı. Mevcut Toplumun kendisini rehber edinebilmesi için ortada onların anlayabileceği somut bir felsefik düşünce, iyi, erdem, dil veya duruş yok. Urfa’nın da ne Tatlıses’i ne de kendisini örnek alma gibi bir gündemi yok.
Kendi düşünce ürünü öznel bir felsefesi yok. Dil, Ahlak, Bilim, Tarih, doğa felsefesi gibi dallardan birinde yıllarca akıl yürütüp olgunlaştırarak ortaya bir tez koymamış. Ama ömrünü antikçağ ve ilkçağ bilge insanlarını bizlere tanıtmak için harcamış. Bu haliyle takdiri hak ediyor.
Resmî ideolojinin doğmalarına veya seküler sisteme sahip sömürgecilerin damarına basmadan, güçlünün, retoriği kullanmayı bilenin karşısına geçmeden, yumurtasının kabuğu ile hesaplaşmak istiyor.
Eleştirdiği kesim kim?
İktidarı elinde tuttuğunu sanan, güçlü gibi görünüp kendisini akıl ve dilin olanakları ile savunmaktan aciz olan muhafazakar kesim.
Ne dese karşıdan anlamlı bir ses gelmiyor. Dediğini anlamıyorlar bile.
Elini en çok rahatlatan da bu.
Socrates’in, Platonun taşladığı Sofistleri seviyor, onların etliye sütlüye karışmayan, güçlüye, yönetime göre şekil alıp parasına bakan tutumlarını makul görüyor.
Platonu sevmiyor ama devlet olabilmek için dine, doğmalara mutlaka ihtiyaç duyulduğunun kendisi de farkında.
Haklı olarak yücelttiği Aristo’nun İskender’i hangi saiklerle eğittiğini, Nasıl bir bakış açısı kazandırdığını, 10 yılda dünya imparatorluğu kurarken kaç milyon insan hayatını sonlandırdığının da farkında. Aristo’nun kitaplarını ilk derleyip, yazıya dökenin kendisinden 2 yüzyıl sonra “lise” nin 12. müdürlüğünü yapan kişi olduğu bu 2 yüzyıl içinde o eserlerin hangi değişimlere uğradığını, hangisinin gerçekten Aristonun olup olmayacağınında farkında.
İnsanlara, ucu açık Yunan felsefesinin, bilgiyi, bilmek için aramasını yüceltirken, Felsefeyi Yunandan alan antikçağ Roma’sının, bilgiyi hayatta kalabilmek ve iyi yaşamak için, menfaat varsa bilgi peşinde koşarım anlayışını es geçiyor. Yere göğe sığdıramadığı batı medeniyetinin felsefeyi bu amaçla kullandığını ve öylece doğuya tur bindirdiğini insanlara anlatmıyor.
Felsefe ile hiçbir şeyin, hiçbir fikrin sabitlenemeyeceği, her tez için bir antitez üretilebileceği ortadayken ,Her şeyi sorgulayan, şüphe ve analiz ile sonuca varmaya kalkan bir birey veya insan topluluğu ile nasıl devlet olunacağı, modern sandığı devletlerin, elinde eteğinde ne varsa almak için sabah akşam yaptıkları planlara karşı nasıl ordular oluşturulacağı, vatan millet Sakarya için insanları nasıl savaştıracağını , nasıl çıkarlar korunacağı sorusuna kendisi de net cevap veremiyor. Doğmalara dayanmadan bunların nasıl sağlanacağı kendisi için de meçhul .
Yücelttiği Yunanın ,Şu an için felsefik aklı değil, güdüleri ile hareket edip, yaşadığı egenin , İzmir’in ocağına kibrit suyu dökmek için her gün politika geliştirdiğinin de farkında. Yunan Felsefesi şapkadan çıkan tavşan gibi ortaya çıkmadı. İlk filozoflar Mezopotamyayı,Mısır’ı dolaştılar gördüler düşündüler aktardılar. Batıyı taklit etmiyorum yargısını ortaya atarken , akla uygun hiçbir öncülle bu yargıyı insanlara aktarmadığının da farkında. Taklit edilebilir , İyiyi taklit etmek elbette yadırganamaz, bu inkarın sebebi ,senden bir şey yok hep başkalarını bize aktarıyorsun, itirazlarından duyulan rahatsızlık olsa gerek.
Çağdaş insan tipi Bodrum’luların önlerinde oturup Urfa ile dalga geçerken; Bodrum’dakilerin hala kanalizasyon problemlerini çözemediklerini, katı atık arıtma tesislerinin bulunmadığını, her villa için bir foseptik kazdıklarını , içme suyu gibi en temel insani ihtiyacı bir türlü gideremediklerini, rasyonel akıl ,eğitim, akademi diye haykırırken kendi şehirlerindeki tek fakülte öğrencilerinin kalacak yurtlarının olmadığının, öğrencilerin otostopla okula gidip geldiğinin, parasının hesabını bilmeyen onca zenginin kıllarını kıpırdatmadıklarının, akılla hareket ettiğini beyan eden Bodrum “polis devletinin” (belediyesinin) yaralı parmağa merhem olmadığının ,100 yıl öncesinde her yerin orman olduğu bodrumun yakılıp kesilerek villa kondu evlere döndüğünün, ayık kafa ile İyonya Bodrumunun çekilemeyeceğinin de farkında.
Rasyonel Aklın nimetlerinden yararlanan insanların yönettiği “modern” İzmir’in kantarın topuzunu kaçırarak sanatı çok sevip sanayiyi bayağı ihmal ederek , 35 sene öncesinin kaldırımları, yamalı yolları ve demode hayat şartları ile devam ettiğini, körfezdeki denizin siyah renginin, nerdeyse tüm bakkal tezgah altlarında satılan ve insanı çürüten kaçak içkinin en çok İzmir’de tüketildiğinin, 40 yıl önce en gelişmiş ikinci şehirken şimdi nal topladığının da farkında.
Urfa’yı samp-img width='1.33' height='1' layout='responsive'e olarak kullanayım derken, köken hikayeleri ile dalga geçilemeyeceğinin de farkında. Mancınıktan atılan İbrahim’in o kadar uzağa düşüp düşmeyeceği kısaca Mitolojinin,doğmanın eleştirisinde Mantığı kullanmasının çocukça olduğunun da farkında, Zeus’un kanatlı atlarının, Efes’te, Roma’da havuza para atıp dilek tutanların da mantık dışı olduğunun farkında. Hz.İbrahim’in yaşayıp yaşamadığını ,batılı kaynaklarda İbrahim yok deyip Mitolojideki Balıklı gölün sahibi Atargatise ses çıkarmayan “Celal” den öğreniyoruz.
Şuna emin olabilir;
Tektanrıcı kesime taş atmayı bırakıp, şu an alkışlayan kesimin , soyut çok tanrılarına laf ettiği an aforoz edileceğinin, “akademi” buluşmalarına, felsefe sohbetlerine çağrılmayacağının da farkında. Türk milletinde “Retorik” ustası (Hatip) yok deyip , izleyicinin “var, O” demesine “Ha ona taviz verebilirim, onu sayabiliriz” sözü kayıtlarda.
Urfa kimlikli kadim bir şehir. Ama bu kimliği bu zamanın İnsanının meydana getirmediği de bir gerçek. Derdimiz “İnşa etmeyen” bu halkın “harap etmemesi”. Bu kimliği bir şekilde koruması. En azından şimdiki neslin…
Onu da ancak, maalesef diyorum, kimliği ekonomik meta haline getirerek sağlayabilirsiniz.
Eski Urfa evleri Butik otel olarak kullanılmasaydı korunabilir miydi ?
Urfa’nın “aklı keşfetmesi” meselesinde görünen o ki Urfalılar da Yunanlıların peşinden gidiyor. Onlarda önce ticaret yaparak “parayı” keşfettiler, kolonileri sömürdüler. Sonra karın tok olunca oturup felsefe yaptılar. Urfalılar hala birinci aşamada…
“Tüccarlığın Yunan insan tipini farklılaştırdığını, ufkunu açtığını” dile getiren Hoca’nın kendi memleketine bu konuda desteğini esirgememesi lazım.
Şimdilik Urfa’nın ticaret geleceği bu…
Urfa insanı aklı da sever, akıllı olanı da sever, hatta kendisinden akıllı olanı daha çok sever. her şeye rağmen “Arap meydanından” çıkan bu değerli hemşehrilerini sevip saygı duyuyorlar.
Turistik yönün ağır bastığı bu günlerde şehri aşağılayarak, turistik objelerde mantık arayıp küçümseyerek ona köstek olmayalım,
Şimdilik bu kadar yeter “ Başka Diogenes istemez”.