Bazı yazarlar vardır hayatının kitabını yazar sonra elveda eder. Bazı yazarlar vardır hayatının kitabını yazamadan elveda eder. Dostoyevski, Tolstoy, Tanpınar, Necip Fazıl hayatının kitabını yazdıktan sonra elveda edenlerden. Suç ve Ceza, Huzur, Çile onların hayatlarının kitaplarıydı. Cemil Meriç, Oğuz Atay gibi bazıları da hayatının kitabını yazamadan elveda edenlerden. Bakalım bizim akıbet nasıl olacak? Akıbetimin Cemil Meriç gibi olmasından endişe duyuyorum. Hayatımın kitabını yazdın mı acaba? Hangisi hayatımın kitabı bilemiyorum ki! Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa mı, Korona Günlükleri mi, Entelektüel Yalnızlık mı, Ezeli Mağluplar mı, Düşünen Düşer mi? Hayatının kitabını yazamadan bu hayata elveda demek ne acı!
*
Şeriatın bir meselesine bin ruhumu feda ederim diyordu merhum Said Nursi. Çünkü şeriat demek dinin bizzat kendisi demekti ona göre. Ama artık şeriatı din olarak gören kalmadı gibi. Bütün modernist ilahiyat camiası hepsi tek ağızdan din ayrı, şeriat ayrı diye bağırıyor. Şeriat ibtidai Arap örfü onlara göre. Nereden nereye? Ama bu örfü bize dinin ahkamı yapmış Allah. Bir hata varsa bunu bu dinin sahibine sormak gerekmez mi? Bu dinin sahibi ahkam Arap örfü onlar sadece Arapları bağlar sizi bağlamaz diyor mu? Düşünüyorum da dinin içinden şeriatı (Ahkam-ı Kuraniyye) çıkardığımızda dinden geriye ne kalır acaba? Dürüst olmak gerekirse dini ya bir bütün olarak kabul edeceğiz ya da dinden istifa edeceğiz. Üçüncü bir yol yok maalesef!
*
Şehr-i Urfa yanıyor. Cehennem gibi. Elli derecenin üzerinde. Yaşam felç olmuş. Henüz Haziran ama Ağustos'un başları sanki. Klimasız oturmak mümkün değil. Bir taziye, ardından bir düğün. Hayat bu işte. Aynı anda hem taziye hem düğün. Biri dünyadan paydos ediyor, diğeri yeni dünya evine giriyor. Elektrikler kesik. Mahmut Tanal mecliste avazı çıktığı kadar bağırıyor, Urfa'da elektrikler kesik diyor, kimsenin umrunda değil. İktidarın milletvekilleri sus pus. Hz. Aişe'nin yaşı meselesi kabak tadı vermeye başladı artık. Bir tarafta ekonomik kriz, sıcaklar, yangınlar, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, hukuksuzluklar; diğer tarafta bin dört yüz yıl öncesine ait incir çekirdeğini bile doldurmayan bir mevzu. Böyle mevzular olmasa devletlular nasıl güdecekler bizi? Devletluların en sevmediği şey gerçekleri konuşmak, gerçeklerin farkına varmak. Ahmet Arslan hoca Urfa'ya akıl çağı uğramadı diyor. Türkiye'ye uğradı mı? Adamın kahvaltısında en az on beş çeşit nimet var. Dolabı sucuk, salam, peynir, sosis, peynir, et, sebze, meyve ile dopdolu. Kapının önünde arabası, köyde yazlığı var. Yarım saat konuşuyorsun pahalılıktan, ekonomik krizden, fakirlikten dert yanıyor. En fazla şikayet edenler en fazla şikayete hakkı olmayanlar.
*
Geçenlerde Cuma Namazı'nın birinci rek'atında hocaefendi Tebbet Suresi'ni okudu. Okurken aklıma şunlar geldi: Bir adam ve karısı İslam'a düşman olduğu için bin dört yüz yıldır milyonlarca Müslüman namazlarında bunlara beddua ediyor. O gün beddua edilmesi ve bunun Kuran'da süre olarak yer alması normal. Ama bin dört yüz yıldır bu bedduayı tekrarlamak tuhaf biraz. Namazın özü duadır. Duanın içinde beddua edilmesi garip. Namazlarda dua ve istiğfar manası taşıyan ayetler okumak daha efdaldir diyen İmam Azam Eb-u Hanife'ye selam ve rahmet olsun.