Kapitalizmin yarattığı sınıf farklarının savaşlar ve göçler üzerindeki etkisi, dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de belirgin bir şekilde hissediliyor. Karl Marx’ın örneklemesinden yola çıkarak, iki gemide yaşanan sömürü düzeninin benzeri, günümüz toplumsal yapılarında karşımıza çıkıyor. Bu gemilerden birinde 10 sömüren ve 1000 sömürülen, diğerinde de aynı sayılarda sömüren ve sömürülen var. Ancak, bu iki gemi birbirleriyle savaşırken, aslında gerçek mücadele zenginlere karşı değil, maalesef sömürülenler arasında yaşanıyor.
Bugün Rusya-Ukrayna savaşı örneğinde olduğu gibi, savaşların bedelini ödeyenler genellikle alt sınıflar oluyor. Savaş başladığında, milyonlarca kişi batıya göç ederken, Rus oligarkları ve zenginleri lüks yaşamlarına devam ediyor. Batı ülkelerine kaçan bu zenginler, cephede savaşan yoksul gençlerin yerine kendilerini ve ailelerini koruma altına alıyorlar. Diskolar, gece kulüpleri ve diğer eğlence mekanları dolup taşarken, cephede savaşanlar fakir halkın çocukları oluyor.
Oligarkların çocukları, lüks yatlarının uzunluğunu tartışırken, fakirlerin çocukları cephede can veriyor. Bu adaletsizlik sadece Rusya’da değil, dünyanın dört bir yanında benzer şekilde karşımıza çıkıyor. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. Özellikle ekonomik kriz dönemlerinde, zenginler servetlerini korurken, yoksul kesimler daha da yoksullaşıyor.
Türkiye’de de sınıf farklarının derinleştiğini görmek mümkün. İktidar yanlısı zenginler ve onların çevresi, ekonomik krizlerden ve toplumsal çalkantılardan etkilenmezken, geniş halk kesimleri geçim derdine düşüyor. Genç işsizlik oranları artarken, eğitimli gençler yurtdışına göç ediyor, kalanlar ise düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor. Zenginler ve fakirler arasındaki bu uçurum, toplumsal huzursuzlukları ve sınıf çatışmalarını körüklüyor.
Savaşlardan ve ekonomik krizlerden etkilenenlerin büyük kısmı, alt sınıflardan geliyor. Zenginler ise lüks yaşamlarını başka ülkelerde sürdürmenin yollarını buluyor. Bu da, göçmenlerin yeni gittikleri ülkelerde de alt sınıf olarak kalmalarına neden oluyor. Toplumların en alt tabakaları, sürekli olarak sömürülen ve savaşın bedelini ödeyen kesimler oluyor.
Sonuç olarak, hepimiz aynı gemideyiz söylemi, gerçekleri örtbas etmeye yetmiyor. Geminin üst güvertesinde keyif sürenlerle, alt güvertesinde kürek çekenler arasındaki fark, toplumsal eşitsizliğin en somut göstergesidir. Bu eşitsizliği kabul etmek ve ona karşı mücadele etmek, daha adil bir toplum yaratmanın tek yolu olacaktır.