Geçen Cuma günü amcaoğlu vefat etti. Taziye cumartesi günü bitti. İştirak edip başsağlığı dileyen bütün dostlardan Allah razı olsun. Bu topraklarda en fazla kutsanan şey ölüm. En fazla kutsanan, sevilen ve korkulan. İnsanoğlu ölüme bile güzel bir şekil vermiş. Ölen önce güzelce yıkanıyor, gusül abdesti aldırılıyor, kefenleniyor, mezara konuluyor, üzerinde dualar yapılıyor ve sonra taziye başlıyor. Taziyede dualar, aşirler, salavatlar, hatimler, başsağlığı dilekleri, yemekler, helvalar. Kırkı çıkınca yine başka bir etkinlik. Babamın kırkı çıkınca kulünçe yapıp dağıtmıştık. Bütün bunların ölüye bir faydası var mı? Belki var belki yok. Binlerce yıldır tekrar edilen, nesilden nesile aktarılan gelenekler bunlar. Gelenekler öyle kuvvetlidir ki içinize, dışınıza, aklınıza, kalbinize, damarlarınıza, bilinçaltınıza, bilinçüstünüze hasılı bütün benliğinize sirayet eder, nüfuz eder. Bir: böyle bir şeyden kurtulmak mümkün mü? İki: böyle bir şeyden kurtulmaya gerek var mı? En doğrusu her şeyi doğal akışına bırakmak. Apayrı bir alem. Bu alemde kültür, sanat, edebiyat, düşünce, felsefe hepsi lüzumsuz. Gerçekten lüzumsuz. İhtiyaç yok çünkü. Taziyede Tanpınar'ı, Stefan Zweig'i, Tolstoy'u, Dostoyevski'yi, Nietzsche'yi düşündüm. Hiçbirinin kıymeti yok bu alemde.
Tarkovski ve Bergman. Sinema tarihinin iki kutup yıldızı. Tarkovski için "Sinemanın Dostoyevskisi" deniliyor. Bence bu sıfatı Bergman daha fazla hak ediyor. Tarkovski'de her şeye rağmen ümit var, teselli var. Ümit ve teselli, yani tanrı. Bergman dışarıda bir tanrı aramak boşuna ve çocukça, tanrı içimizdeki sevgidir diyor. Sanat hayatının hemen tamamı tanrı meselesi üzerine kurulu. Sonuçta yavaş yavaş kayboluyor tanrı. Bu açıdan Dostoyevski ile çok benzerlikleri var. Kış Işığı filmi Bergman'ın Suç ve Ceza'sı denilebilir. Kendimi Tarkovski'den çok Bergman'a yakın hisserim. "Kış Işığı" filmini defalarca izledim onun için. Bazı fragmanlarını ezberledim hatta. Bergman vaaz vermiyor, sanatın içinde kalıyor sonuna kadar. Tarkovski Tolstoy gibi zaman zaman vaiz rolüne soyunuyor.
Tolstoy en sevdiğim ikinci romancı. Sevmemin nedeni romanları değil, hayatı. Hayatı boyunca kendisiyle savaştı, elindeki her şeyi terk edip, malını mülkünü insanlara dağıtıp münzevi bir hayat yaşamak istedi. Bu amaç için birkaç defa gizliden evden kaçtı, son kaçışında yakalandı ve oradaki tren istasyonunda can verdi. Hayatım boyunca yapmak istediğim buydu benim. Her şeyi terk etmek. Gerçi terk edecek pek bir şeyim yoktu ama olanı da terk etmek, hepsini dağıtmak, ölene kadar inzivaya çekilmek istedim. Bir lokma bir hırka şeklinde. Evet gerçek yaşam bu bence. Kolay gibi görünüyor ama bu yaşam çok az kişinin eline geçiyor.
Bir tartışma. Daimond Tema ve Cemre Demirel'in tartışması. Konu: din ve ahlak. Cemre tedavi gören biri. Biraz kilo almış. Geçmişte bazı konuşmalarını dinlemiştim. İki saatlik bir programda iki paket sigara bitiriyor. Hali baştan ayağa melankoli ama düşünceleri pek öyle değil. Hal bakımından Ulus Baker ile benzerlikleri var. Ulus Baker bir dostumun yerinde tabiriyle felsefenin Müslüm Gürses'i. Cemre müslüman, Daimond agnostik. Cemre'nin temel tezi Dostoyevski'nin su meşhur sözü: "tanrı yoksa her şey mübahtır." Ahlakiliğin ancak ilahilik ile mümkün olabileceğini düşünüyor. Yani ahlaki eylemleri temellendirebilmenin tek yolu tanrının varlığı, Cemre'ye göre. Bu düşünceye katılıyorum ama doldurulamayan birçok boşluğunun olduğunu da kabul ediyorum. Daimond Tema bu boşlukları çok zekice fark ediyor ve konuyla alakalı sorduğu sorular cevapsız kalıyor: Ahlakın temeline hangi tanrıyı, hangi dini yerleştireceğiz, dinlerden ve tanrılardan kaynaklanan kötülüğün temeli ne, iyiliğin temeli başka bir tanrı kötülüğün temeli başka bir tanrı olamaz mı, tanrı, iyilik, kötülük, doğruluk, ahlak deyince ne anlıyoruz, bütün bunları nesnel biçimde açıklığa kavuşturmadan tanrı yoksa her şey mübahtır demek ne kadar mübah?...
Medeni, seviyeli, eğitici, öğreticisi bir tartışmaydı. Birbirini hiç kırmadılar. Cemre daha duygusal iken Tema daha soğukkanlı duruyordu. Cemre'nin bir iddiası vardı ama bunu ispat edemedi pek. Tema'nın iddiası yoktu. Agnostikler sadece kuşkuludurlar, iddiasızlar ve sorular sorarlar. Sordukları sorular ise gerçekten çetin sorular. Bu sorulara verilecek bütün cevaplar kıyamete kadar öznel olmaya mahkum olacak. Program bir milyona yakın izlenme yirmi bine yakın yorum almış. Felsefi bir tartışmanın bu kadar ilgi görmesi ülkemiz adına sevindirici.