KERBELA/DİRENİŞ, BİR ÇÖZÜM MODELİDİR

 

 

İsrail denen terör örgütü, dünyanın bir avuç direnen erdemli ve vicdanlı insanlar hariç, nerdeyse geriye kalanının direkt ya da dolaylı desteği ile soykırımlarına devam ediyor. Bu süreç, düşük formatlarda uzun bir müddet daha devam edecek. Ancak içinde savaşın ana belirleyici olacağı bu uzun süreçte, savaşın ne şekilde cereyan edeceği önem arz ediyor zira ortada bir savaş yok. Çünkü İsrail ve sahipleri savaşa yanaşmıyor. Sadece havadan, sivilleri bombalıyor ve karada, erlerle/yiğitlerle mertçe karşılaşmaktan kaçınıyor. Karadan giriştiği her deneme hüsranla sonuçlanıyor; yeni insan, tank vs kayıplarına neden oluyor ve yeni esirler vermek zorunda kalıyor. İsrail ve sahipleri, bu yenilginin lokal bir sıcak savaş yenilgisi olmadığının farkındalar ve hiçbir kurala uymadıkları için de durdurulmaları ancak güç kullanılarak mümkün. Elbette bu güç, uluslararası nitelikte olmalı ve bu konuda ilk çağrı Kolombiya Cumhurbaşkanı’ndan geldi.

 

Kolombiya Cumhurbaşkanı Petro, Birleşmiş Milletler'e, Gazze'ye barış gücü göndermesi çağrısında bulundu.

 

Petro, paylaşımında; "Gazze Şeridi'nde BM barış gücünden başka bir alternatif yoktur. Kolombiya böyle bir gücün parçası olacaktır." İfadelerini kullandı.

 

Paylaşımının en önemli kısmı ise "Kolombiya olarak biz Gazze'ye asker göndermeye hazırız." ifadesi idi. Cephede olanlar hariç, Müslüman dünyayı yönetenler arsında ve onları soykırım koalisyonu adına tutsak tutan yöneticiler içinde retoriği kuvvetli olsa da böylesine sözü ve yaptıkları bir olan politikacılara rastlamak imkansız gibi. Onlar daha çok münafıkça ve rezil bir üsluba sahipler. Zillet, onlar için bir madalya gibidir adeta. Çoğu böyle ne yazık ki. İslam ümmetinin bu rezillerden bir beklenti içinde olup; insani, vicdani ve İslami görevlerini yapmamalarının vebali bu yüzden çok ağırdır. Nasıl ki; katil ABD’ den yani failin kendisinden bir medet ummak çelişki ise bu münafık, aşağılık uşaklara da umut bağlamak, onlardan bir hayır beklemek caiz ve faydalı değil kanaatindeyim.

 

Filistin konusunda uluslararası girişimler de elbette önemli ancak, ABD’ den sonra MOSSAD’ın da uluslararası mahkemeyi açıkça tehdit ettiği, BM ve diğer uluslararası kuruluşların sadece egemenlere hizmet ettiği, sadece zayıfı yargıladıkları, sadece onu kuran egemenlerin lehine kararlar verdiği, beğenmedikleri bir kararı veto edebildikleri bir düzende çok da faydalı işler yapacağını da beklememek gerekir. Neticede İsrail denen kötülüğü, devlet olarak da kabul eden BM’dir yani uluslararası düzendir. İsrail’i, Müslüman olarak bize tanıtılan ülkelerin alelacele tanıması ve şimdiye kadar/şimdi de onu koruması, kollaması, ciddiyetle üzerinde durulması gereken konulardandır.

 

Filistin’in işgal edildiği ilk yıllardaki Arap ülkeleri bile “savaşarak” bir varlık gösteremediler. Bunun önemli nedenleri vardır…

 

Sonunda, 1400 yıl sonra bir İslam devrimi gerçekleşti ve yeryüzü, direniş/intifada denilen kavram ve olgularla tanıştı. Zamanla direniş ruhu ve olgusu güçlendi ve devlet örgütselliğinin yapamadıklarını başardı.

 

İsrail, ilk kez devlet dışı bir aktör/Lübnan direnişi tarafından yenildi.

 

Eğer bugün Yemen, Irak, Lübnan, Filistin direnişleri olmasaydı; İsrail’in Ortadoğu’ da Büyük İsrail’i resmen ilan ettiğine şahit olacaktık ve kim bilir daha nelere…

 

Gücünü ve misyonunu, zalime karşı zayıfın, haklının, mazlumun yanında yer almak, asla zorbalığa boyun eğmemek, teslim olmamaktan alan direniş olgusu, Gazze soykırımlarının da etkisiyle Batı ülkelerinde de yeşermeye başladı ve batılı öğrenciler, küresel intifadada ön sıralarda yer almaktadır. İnsanlık vicdanı ve artık küreselleşmiş intifada batıdan doğmaya başlamış bulunuyor.

 

Bu yeni ruhu, aslında eski ve bastırılmış, üstü örtülmüş ruhu yeniden canlandıranlara selam olsun. Direniş, batı ile daha güçlü ve daha küresel.