“Haklı susarsa, haksız galebe çalar.”
Her şartta güç sahiplerinden yana tavır sergileyenler, hakkı seslendirenlere itibar etmese bile, haklı daima sesli ve etkili olmalıdır. Seveni azalsa bile başı dik ve onurlu duruşu sayesinde devran döner ve hepsi kendisine musahhar olur. Bu kuraldır.
Haksızlık yapanlar, çalanlar, çırpanlar yahut akidesi bozuk olanlar ne kadar güçlü olursa olsunlar, illa çökeceklerdir. Onlar çöktüğünde, etrafları çil yavrusu misali dağılırlar. Yıllar geçmiş olsa bile hakkı seslendirenlere “Haklıymışsın, biz ahmaklık etmişiz” derler. Menfaati devam edenler istisna.
Onlar da menfaatleri ve menfaat ümitleri kesildiği anda dağılırlar.
İşte bu, hakkın ve haklının bu dünyadaki peşin gücüdür.
Her türlü madrabazlığı mubah görenler mutlak perişan olacaklardır. Ve hakkı seslendirenlerin karşısında bir toz zerresi mesabesine düşeceklerdir.
Doğruyu seslendirmek ve yanlışın karşısında olmak uhrevi neticesi bakımından bir görev olduğu gibi dünyevi bir ödevdir de.
Bu haslet, doğru olmayı gerektirdiği gibi aynı zamanda cesur olmayı da gerektirir.
Cesareti olmayanın da görevi bitmiş demek değildir, en azından kalben karşı durma ve doğrunun destekçisi olma mecburiyeti vardır.
“Tarih, cesurları yazar.”
En cesur ve muzaffer kumandanlar/sultanlar tarihin ön vitrininde yer alırken, onların mücadele ettiği nahakları ve/veya korkaklar arka planda yer alırlar. O da ibret-i alem olsunlar diye.
Hep söyleyegeldiğim bir düstur vardır,
—“Cesaretin olmadığı yerde esaret vardır”
Bu esaret, kimileri için bedenen, kimileri için ruhen, kimileri için de dünya metaına perestiş bir yaklaşımla bağlılık şeklinde kendini gösterir.
Sözün özü,
Hakkın yanında olup, yılmadan hakkı seslendirenler hem doğru hem de cesur kimselerdir.
Ve gelecek onlarındır. Düzenbazların, parsacıların, akidesi bozuk olanların değil...
İyi okumalar...