Refah yanıyor! Duymuyor musunuz?
Bebekler yanıyor, çocuklar ölüyor! Hissetmiyor musunuz?
İnsanlar diri diri yakılıyor! Görmüyor musunuz?
Refah'ta, insanlık kan kaybediyor! Anlamıyor musunuz?
İyi/ler yok ediliyor! Kötü/ler dünyaya kastediyor! Hala susuyor musunuz?
Yazımızın girizgâhı ile başlığı arasında bir bağlantı kurmakta zorlanmış olabilirsiniz. İnsan olarak ve de insan kalabilmek adına duyarsız kalamayacağımız ve aylardır devam eden vahşi siyonizm çete devletinin katliamları devam ederken hala, yaşanan acılara sessiz kalabilen, aşağılık ve bayağı gündemlerine devam eden sözüm ona sanatçı, yazar, aydın kesiminin alçak sessizliği yazımızın başlık sebebidir.
Evet, belki de yaşamış olduğumuz zaman diliminde özellikle de entelektüellerin önünde duran en önemli sorun “profesyonelleşme” sorunudur. Sorun insana dair, insanlığa dair meselelere kayıtsız kalma, insanlığın acılarını görememe sorunudur. Ve çoğunlukla günün sonunda varılan noktanın, “profesyonellik” adına başlı başına sorun halidir. Onun için diyoruz ki yaşadığımız dünyanın en önemli sorunu insanı insanlıktan uzaklaştıran, insan odaklı bakıştan uzaklaştıran “profesyonelleşme” sorunudur. Sorunun çözümü içinde diyoruz ki Profesyonelleşme! Hangi konumda olursanız olun, hangi fikri savunuyorsanız savunun durduğunuz yer insan merkezli olmalı, her durumda insanca bir duy/gusal yaklaşımı, bir duruşu ortaya koymalı.
“Profesyonelleşme” başlı başına bir sorundur. “Nereye Gitti Bu Entelektüeller?” diye soruyordu Frank Furedi ve soruna ilişkin dikkate değer tespitler yapıyordu. “Entelektüel uğraş, bir kere profesyonelleşti mi bağımsızlığını ve topluma dair zor sorular sorma gücünü kaybeder. Onun yerine yönetsel veya teknokratik bir işleve bürünür..." Edebiyat niçin var, sanat, düşünce fikir neye hizmet eder, edebiyatçı, sanatçı, yazar, şair, sosyolog, filozof neyi amaçlar? Mesele esasen burada düğümleniyor. Odağında insan yoksa hiçbir şey yoktur.
“Filistin'de zeytin ağacına merhameti olmayan bir Siyonist rejimin Filistin halkına muamelesine şaşırmamak gerekir.” 3 Temmuz 2000'de Güney Lübnan'da işgalci İsrail askerlerine taş atan Edward Said’in “Entelektüel” tavrı bu bağlamda derdimizi ortaya koymak adına önemlidir. "Entelektüelin toplumda, sadece kimliksiz bir profesyonel, salt kendi işine bakan bir sınıfın yetenekli bir üyesi olmaya indirgenemeyecek özgür bir kamusal role sahip bir birey olduğunda ısrar etmek istiyorum...” Böyle diyordu, Edward Said ve devam ediyordu: "Bugün entelektüele yönelik asıl tehdit ister Batı'da, ister Batı dışı dünyada olsun, ne akademi, ne varoşlar ne de basının ve yayınevlerinin dehşet verici ticarileşmesidir; benim profesyonelizm dediğim bir tavırdır… Uzmanlaşma, heyecan duyma ve bir şeyler keşfetme duygusunu da öldürür ki bunların her ikisi de bir entelektüelde mutlaka bulunması gereken duygulardır. Son tahlilde bana öyle geliyor ki uzmanlaşmaya teslim olmak tembelliktir; çünkü uzmanlık alanınızın gereklerine uyarak başkalarının sizden yapmanızı istediği şeyleri yaparsınız..."
Profesyonelleşme ya da uzmanlaşma, bir yerden sonra insanı yaşadığı “dünyaya” çivileyecek, oradan bağımsız, oradan ayrı bir dünyanın varlığından habersiz kılacak, dahası o dünyada boğulmasına, başka dünyalara kör ve sağır tavır takınmasına sebep olabilecek bir “körlük” üretecektir. Bu körlükten kurtulabilmek için her ne olursa olsun “vicdan” terazisinden bakmaktan vazgeçmemek, insandan vazgeçmemek, insanlıktan vazgeçmemek profesyonelleşmenin tehlikesinden bizi koruyacaktır. Onun için dünyada insanlığın başına gelmiş en büyük belalardan biri olan siyonizme karşı konumumuz ne olursa olsun hep birlikte insan/lık olarak karşı koymak, her dem Gazze’yi, Refah’ı gündemimizde tutmak oradaki insanlara bir şey katar mı bilinmez ama bizim insan kalabilmemiz için hayati…
Refah'ta katliam var! Susma! Çocuklar için ses ver! Kadınlar için ses ver! Mazlumlar için ses ver! İnsanlık için ses Ver! Susma!
Çocukları bırakma! Kadınları bırakma! Masum insanları bırakma! Katliama alışma! Vahşete alışma!
Susma! Susma!!!