TERK-İ TERK

Yahya Kemal'in Tanpınar gibi bir öğrencisi vardı, hocasının adını ve eserlerini devam ettirdi. Tanpınar'ın Mehmet Kaplan gibi bir öğrencisi vardı, hocasının adını ve eserlerini devam ettirdi. Mehmet Kaplan'ın Zeynep Kerman gibi bir öğrencisi vardı, hocasının adını ve eserlerini devam ettirdi. Necip Fazıl'ın Sezai Karakoç gibi bir öğrencisi vardı, hocasının adını ve eserlerini devam ettirdi. Cemil Meriç'in kızı Ümit Meriç gibi bir öğrencisi vardı, hocasının adını ve eserlerini devam ettirdi. Önemli olan böyle “hayırlı” bir öğrencimizin olması. Bizim öğrencimiz kim? Bizden sonra adımızı ve eserlerimizi devam ettirecek kimse var mı? Çevreme bakınca bu konuda pek ümitvar olamıyorum. Allah bilir diyelim ve geçelim. 

Tatsız bir sabah. Keyifli bir kahvaltı. Güzel bir hava. Bir video: “Bir Filmin Yapımsökümü: Perfect Days.” Yine renkli, yine çekici, yine düşündürücü. Rutinin eleştirisi. Durağanlığın, yeknesaklığın, tekdüzeliğin. Daha doğrusu rutinin övgüsü, rutinin yüceltilmesi. Bütün rutinler birer ibadettir. Seküler veya dini olması farketmez. Mistikler, keşişler, rahipler, dervişler hepsi rutinin kurbanları. Korku ve kaygı iki anahtar kavram. Korku belli bir nesneye karşı duyulan his, kaygı belirsiz bir şeye karşı duyulan his. Biri maddi diğeri manevi. Kaygı varoluşsal bir duygu. Var olmanın, yaşamanın bizzat kendisi kaygı verici, kaygılandırıcı. Üç makam var: fark, cem, cemü'l cem. Fark ayırmak, cem birleştirmek, farkü'l fark tekrar ayırmak. 

Terk var, terk-i terk var. İnsanların çoğu terk mertebesinde ve fark makamında. Terk-i terk ve cemü'l cem seviyesine gelen çok az insan var. Terk-i terk eden sonunda yaptığı sanatı da terk eder. Yönetmen sinemayı, şair şiiri, ressam resmi. Terk-i sinema, terk-i şiir, terk-i resim, terk-i sanat. Bu nadirattandır. Asıl olan halk içinde hakla beraber olmaktır. Toplumu kesben değil, kalben terk etmektir. Halvet der encümen. Bütün hayatlar rutin. Rutinin tekrarı rutin. Rutinin terki güzel ama rutinin terkinin terki daha güzel. Terkin çok sineması yapıldı ama terk-i terkin sineması henüz yapılmadı. Ne doğuda ne batıda. Buna Bergman ve Tarkovski dahil. Bunlar terkin sanatçıları sadece. "Bab Aziz" filmi yok mu?... 

Sonra bir yazı. "Ruhun İki İhtiyacı: Doğa ve Sohbet" başlıklı. Kelimeler güzel, tema güzel, işçilik güzel. "...Doğada bir derinlik var ama bu sadece bir yere kadar gidebiliyor. Sohbette ise sonsuzluk var. Yani insanın insanla sohbeti, insanın doğayla karşılaşmasına oranla farklı bir şey sunar: Anlaşılma. İnsanın insanla ilişkisi insanın doğayla ilişkisine göre daha dibi olmayan bir ilişkidir, spekülatiftir, sonsuza kadar gidebilir. İnsanın “anlaşılma” ihtiyacı tam olarak doğada karşılanamaz. İnsan doğada huzuru, mutluluğu, sukuneti bulabilir. Orada tedavi ve tamir olabilir. Ancak anlaşılmak doğanın dışında vuku bulan sentetik bir şeydir. Çünkü o zorunluluğa mahkum olmayan bir jesttir..." 

Her şey hoş ama üslupta "hantallık" diyebileceğim bir arıza var. Bütün yazılarında var bu arıza. Belki arıza demek doğru değil. Yazar yazının içinde değil, yazısının içinde yaşamıyor, yazısına dışarıdan bakıyor sanki. Soğuk bir gözlemci, soğuk bir bilim adamı gibi.