Ne idik, ne olduk? Daha yüz yıl öncesine kadar, farklı inanç, meşrep, ırktan olan insanlarla bir arada yaşıyor ve hiçbir sıkıntı da yaşamıyorduk! Ne de güzel komşu ilişkilerimiz vardı. Komşu, komşudan tuz, un, ateş bile isterdi ama hiç kimse kimsenin başına kakmazdı. Kıt kanaat geçinirdik belki ama, derme çatma da olsa huzurlu evlerimiz vardı. Daha çay'ın bu kadar sofralara girmediği zamanlarda, sofralarımızın en gözde yemeği bulgur pilavı, kahvaltılığın ismi dahi yokken lugatımızda, bile yarınlara dair taptaze umutlarımız vardı... Pantolonlarımızın dizleri yamalı, burnumuz kirli, ellerimiz çatlak olsa da; sobe, çelik çomak, üç adım atlama ve tekim tekim çıt gibi ne hoş oyun ve eğlencelerimiz vardı. Kavganın ismi pek geçmezdi bizde, ara sıra küslükler veya ufak sürtüşmelerimiz olurdu ama, hemen barışır ve kaldığımız yerden devam ederdik küçük dünyamızın küçük hayallerine.
Sonra ne olduysa oldu, rüyadan uyanır gibi uyandık ve tüm güzel hayallerimizin alabora olduğuna şahit olduk. Çocukluğumuzu çaldılar, hayallerimizi kabusa çevirdiler, masumiyetimizi katlettiler. Sonra nasıl oldu ama çabuk büyüdük, biz büyüdükçe dünya küçüldü. Sonra birden yaldızlı sözlerle karşımıza çıkıp bizi kandıranların dümen suyuna kapıldığımızı fark ettik ama atı alanÜsküdar'ı çoktan geçmişti bir kere. Geçmişle bağlarımız günden güne zayıflayıp koparken, sosyal ilişkilerimiz dumura uğradı, içtimai hayatımıza/yaşantımıza hiç hayal etmediğimiz ucube şeylerin girip çulandığını gördük.
Adına moderniz, demokrasi, insan hakları, özgürlük dedikleri bir sürü içi boş kavramlarla karşımıza, bizi kandırmaya çalışan kravatlı bir kısım kimselerin çıkmasıyla birlikte; geri dönülmesi zor olan bir yola girmekle, toplumsal yaşantımız alabora olduğunaşahit olduk. Ne okullarımızın eski havası, ne evlerimizin eskimez huzuru, ne çarşılarımızın o kekik, nane, tarçın, bin bir çeşit baharat kokan kokuları, ne de o güzelim komşuluk ve akrabalık bağlarımız kaldı. Günden güne, birbirimizden fersah fersah uzaklaşırken, bizi çepeçevre kuşatan tehlikenin farkında bile değildik. Evet, yalnızlaşıyorduk, sekülerleşiyorduk, gözlerimiz paradan, puldan, paradan, arabanın modelinden, cicili bicili evlerimizin mefruşatından başka bir şey görmez hale gelmişti. Hayat trenimiz raydan çıkmış, ama bizim bizden haberimiz dahi yoktu.
Sanki dünyayla sarhoş olup kendimizden geçmiştik... Şimdi şöyle bir dünyanın mevcut durumuna, birde geçmişteki çocukluğumuza dönüp baktığımızda, geride kalan güzel anılarımıza hayıflanırken, hali hazırda başımıza çulanmış olan dünyalık/seküleriz, modernizm, moda ve benzeri şeylerin cenderesinde can çekiştiğimizi görüyoruz...
Eyvah ki ne eyvah, ne oldu bize/bize ne oldu böyle? Şimdi dünyanın her tarafında savaşlar, katlimalar, akan kanlar, göçler, açlık susuzluklar, çocuk ölümleri kimsenin umurunda değil sanki. Yanı başımızda Gazze ölürken, Doğu Türkistan'da neler olup bittiğinden kimsenin haberi bile yok. Aylar öncesinden randevusu alınan vip düğün salonlarının, kadınlı erkekli mahremiyetsiz halayların, politik/demokratik seçim heyecanları; yaşanan bunca acıların üzerine perde çekip her şeyi unutturmuş ne yazık ki? Allah ve Resulü'yle irtibatını kesmiş olan insanların, kendileri gibi fani olan insanların eteğine sarılıp medet umar hale geldiklerini görmek, kahrediyor insanı. Çıplaklık kültürü ve kültürel çıplaklığın ayyuka çıktığı günümüzde, anne kızından, baba oğlundan hesap soramaz hale gelmiştir. Beşeri kanunlar, insanlara dayatılırken; alan memnun satan memnun mantığı misali, gelene ağam, gidene paşam deyu ekmeğini yediklerinin kamçışını sallayanların haddi hesabı kalmamıştır!.
Böyle devam ederse, ki öyle görünüyor; Allah’ın ikramı olan bunca sayısız nimetlerin kayıp gitmesinin yanında; aynı nimetlerin başka milletlere verilmesinden endişe ediyoruz... İnşaAllah, taşıdığımız endişeler ve yazdıklarımız konusunda yanılırız. Güzel yarınlara kavuşmak umuduyla!
04.Nisan 2024