"Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz. (R'ad 11)
Evet, kul önce adım atmalı, sonra sonuca odaklanmalı. Durup dururken, hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmediğine göre, maddi ve manevi uyanışlar da kendiliğinden oluşmaz. Önce tedbir sonra takdiri ilahi! Hani, tıpta, ameliyat olması gereken hastaya, anestezi doktoru ameliyattan önce ona narkoz (uyutan) uygulamak zorunluluğu vardır. Çünkü narkoz verilen hasta, ameliyat sürdüğü müddetçe hiçbir acı hissetmeden mışıl mışıl uyumalı ki, Cerrah da işini rahat bir şekilde yapabilsin... Kısacası narkozlanan hasta, narkozun etkisi sürdüğü müddetçe; bütün azaları kesilse dahi farkına varamaz. Uyanıp kendine geldiğinde ise, iş işten geçmiş olduğunu ve yapacağı hiçbir şeyin kalmadığını anlayacaktır. Neden bu misali verdik şimdi? Bugün islâm âleminin içinde bulunduğu durum, yüksek dozda narkoz alan bir hastanın durumu gibidir hatta daha da vahimdir. 23 Mart 1924 Hilafet müessesesinin kaldırıldığı günden itibaren, tüm İslâm coğrafyasında Ümmet birbirinden kopuk, başsız ve çaresiz hale getirilmeye mahkum edildi. İslâm coğrafyası emperyalistler tarafından masa başında tabir caizse cetvelle parsellendi. Aralarına suni sınırlar çekildi. Ümmet şuuru yerine milliyetçilik bilinci aşılandı... Evet, bunlar ve daha nice acı felaketlerin tümü yüz yıl önce ümmetin başına böyle gelmişti, Müslümanların/Ümmetin başına. O gün bu gündür, parçalara bölünen Ümmet hala dağınık, başsız, Kur'an ve Sünnetten uzak bir hayat yaşamaya devam etmektedir. Aslında bidayette, buna zorlandıysa da; sonra kademe kademe yeni olan söz konusu hastalığa alıştı... Alışınca da vaz geçmeyi, eski kökleri üzerinde dirilmeyi ya düşünmedi ya da zemin bulunmadı. Her iki ihtimal da söz konusu.
Batıdan devşirme, ne kadar gelenek ve ânane varsa; artı ve eksisini hiç düşünmeden Ümmet sathında bütün müslümanlara kanun/yasa adı altında dayatılarak, İslam’dan uzaklaştırılmaya çalışıldı! Şeriî mahkemeler laĝv edildi, onun yerine demokrasi ve laiklik balyozu Müslümnaların ensesine indirildi ki kalkmamak üzere yasalaştırıldı. Öyle ki Ümmetin evlatları, şamar oğlanı haline getirildi. Batı menşeli eğitim ve öğretim müfredatlarıyla, genç nesiller dinden soğutularak uzaklaştırıldı, gerçek tarih yerine uydurulmuş bir tarih okutulmakla; genç nesiller geçmişlerine duyarsız ve lakayt hatta düşman yapıldı... Kılık kıyafet ve harf inkılabı ise başlı başına Anadolu topraklarında yaşayan bizlerin başına gelmiş en büyük felakettir zaten... Şark ya da diğer ismiyle seyyar istiklal mahkemeleriyle, Müslümnaların avına çıkıldı. On binlerce âlim ve fazıl Müslüman evladı, kendi vatanında; uydurma ve yalan bahanelerle İdam sehpalarında sallandırıldı. Neden oluyordu tüm bu olanlar dersiniz? Hepsinin ortak hedefi, yeni gelen kadroların islâma karşı olan öcü ve intikamcı olmalarıydı...
Bir kere narkoz verilmişti hastaya, hemde yüksek dozda bir narkoz. Hasta kendine gelmeye dursun, başında bekleyen anestezi görevlisi tekrar koklatır burnuna veya enjekte eder ki hiç uyanmasın. Hasta uyanmaya çalıştıkça, narkoz vermeye devam edilmiştir. Ta ki bu günlere gelinceye kadar, böyle devam etmiş ve hasta hala aynı durumda hatta daha kötü ve can çekişip ölüm kalım mücadelesi vermektedir!
Avrupa'nın ikiyüzlülüğü, batının özellikle Osmanlı'nın şahsında islâma karşı oluşunu, ABD'nin süt tozu oyunlarını, islâm coğrafyasında cirit atan ve yetki sahibi olmuş misyonerlerin ayak oyunlarını, yazsak sayfaları doldurur...
Peki, böyle gelmişse bu güne kadar; böyle mi devam etmeli yoksa hastanın artık kendisine gelmesi mi lazım? Hastanın kendine gelip uyanıp uyanmayacağı ayrı bir dert, Müslümanların mevcut olan hal-i pür melali ise apayrı bir dert. Çünkü Ümmet şu an ki haliyle, narkozu kabullenmiş ve narkozsuz yaşayamayacağına karar vermiş hasta misali, iyileşmekten ümidini kesmiştir. Ama uyanması/uyana bilmesi çaresiz değildir. iki milyar İslâm âlemi bir silkinme ile ya Allah deyip Kitap ve Sünnet rehberliğinde yeniden bir araya gelmeye adım atsa; Allah Teâlâ da bir kısım güzel sebepler halk etmekle Ümmeti bu kirli zilletten kurtarır...
Bakınız siyonist gâvur, yetmiş seksen senedir; Filistinli kardeşlerimizin başına getirmediğini bırakmadı. Hemde bu şirretliği, iki milyar İslâm aleminin ortasında korkmadan, fütursuzca yapmaktadır. Neden, çünkü Müslümanların birliği ve başlarında tüm ümmeti temsil edecek bir halifeleri olmadığı için bunu yapabilmektedir! Yoksa buna cesaret edebilir miydi? Yiğit düştüğü yerden kalkarmış diye bir kelam-ı kübar vardır. O zaman Ümmet, nerede nasıl ve ne şekilde düştüğünü tekrar gözden geçirmeli ve tekrar ayağa kalkmak için hal çarelerini doğrudan bağlı bulunduğu kaynaklarında aramaya başlamalıdır, başlamalıdır ne demek geç kalmıştır bile... Hem de bir an önce! Yoksa Avrupa, ABD ve Siyonist katiller; bu coğrafyada daha çok masum insanı katledip kan dökmeye devam edecekler... Kısacası, bizim hepimizin şu baş belası olan maddi/manevi narkozdan bir an önce kurtulup kendimize gelmemiz lazım! Yoksa, zillet devam eder. Ve yazımızın başında vermiş olduğumuz âyeti kerimeyle, bir kez daha kendimizi uyarıyoruz:
"Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardımcıları da bulunmaz. Uyanmamız niyazıyla!
Vesselam.
01 Nisan 2024.