"Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. (Saff. 2,3) O zaman çok konuşmaya değil, iş yapmaya odaklanmalıyız. Meşru iş tabi. Allah (c.c) bizi uyarıyor, yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, büyük hatadır diye... Söylüyorsan yapacaksın kardeşim. Anlık, haftalık, aylık, mevsimlik adam olmayacaksın. Dava adamı olmak istiyorsan, davan diye bir derdin olmalıdır. Derdin yoksa davan da yoktur, bunu böyle bilmelisin.
Unutma ki, Allah için çıkılan yollar, güllerle, kuş tüyü minderlerle, rahat ve konforlu mekânlarla döşeli yollar değildir... Aksine o yollar, dikenlerle, engellerle, korku ve yorgunluklarla, binbir zorluk ve sıkıntılarla döşelidirler... Sabır, azim, ve metanet gösterilse; selamete götürür! İslâm davası diye, bir derdi, bir ideali olmayanlarla yola çıktığınızda; varılması gereken menzile varmadan, sizi yarı yolda bırakıp geri dönerler. İnsanlık tarihi seyri içerisinde bu hep böyle olmuştur. Çünkü söz konusu kişi ve kimseler, çok konuşan ama iş; icraata, hizmete, yorulmaya geldi mi, kaçamak bahaneler üreterek siz yarı yolda bir başına yalnız bırakıp giderler. Onun için, çok konuşanlarla değil, iş yapmaya gönüllü, fedakarlık yapabilen, rahatlarından feragat edenlerle yola çıkılmalıdır, çıkınız.
Gelelim hali hazırdaki genel durumumuza. Gazze'de altı aydır, melun siyonistler küçük büyük demeden, hastane okul cami ayırt etmeden kan dökmeye devam edip Gazze'nin altını üstüne getirmişken; Allah ve lillah için bir adım atamayan, islâm ülkelerinin başında bulunan idarecilerin, açılıştan açılışa, mitingden mitinge koşup, arada bir Gazze'li kardeşlerimizi (!) yalnız bırakmayacağız edebiyatı yapmakla işin içinden çıkmaya çalışmalarının neresi makul, neresini samimi bulabiliriz ki? Zira onlar bu dünyada, laf ustalığı yapmakla işin içinden çıkmayı başarsalar da; yarın ruz-i mahşerde işin içinden nasıl çıkacaklarını Allah bilir???
Âlemi islâm, yüz yıl önce Hilafet müessesesini kaybettiği gün; anne ve babasını kaybeden çocuk misali hem yetim, hem öksüz hem de kimsesiz kaldı. Başsız kalan ümmetin üzerinden kirli hesaplar ve pazarlıklar yapıldı. Koca bir coğrafya, tabir caizse metreyle parsel parsel yapılarak parçalandı. Suni sınırlar çekildi ümmetin arasına. Uhuvvet şuuru yerine milliyetçilik bilinci yerleştirildi insanların zihnine. Beşeri yasalarla, silah zoruyla insanlar hizaya getirilip kalıba sokulmaya zorlandı. Geri dönüşü zor olan (ama imkansız değil) yola giren ümmet; bu gün tahribatkar bir nesille karşı karşıya kalmışsa, ki kalmıştır, bunun sebebini, Kur'an ve Sünnete sırt çevirip, İslâmi yaşantıyı terk ettiren beşeri eğitim ve öğretim müfredatlarında ve onları dikte eden sistemlerde aranmalıdır!
Güneşsiz topraksız bir yere dikilen, budaması ve aşısı yapılmayan ağaç nasıl ki meyve vermezse, Allah ve Resulü'nün muradına göre yetiştirilmeyen fert ve toplumlardan da; sağlam ve sağlıklı bir aile, toplum ve devlet meydana ge-le-mez!!! Olay bundan ibarettir... Bu toplumun ve top yekün ümmetin yegane kurtuluşu, yeniden islâmın hükümlerinin uygulandığı Raşid-i hilafet nizamının ikamesine bağlıdır. Ya birileri ne der mantığından, artık kendimizi ve inancımızı kurtarmamız lazım. Önemli olan insanların ne dedikleri değil, Allah ve Resulü'nün ne buyurduğu bizim için önemlidir, yol klavuzudur, rehberdir ve asıl olan gayemizdir! Yüz yıldır, Avrupa-i çözümler peşinden koşanların; fertleri, aile müessesesini ve toplumu ne hale getirdiklerinin son durumu ve tahribatları ortadadır. Yamalı bir bohçadan farkı kalmamış olan mevcut sistem artık dikiş tutmayacağını haykırıyor adeta! Şimdi sitem ediyoruz, dert yanıyoruz, ya ne olacak bu neslin hali, diye? Ama asıl önemli olan meseleye odaklanamıyoruz. Doğruyu yanlış adreste aramaya çıktıığımız müddetçe, doğruyu bulmayayız. İstanbula gideceksen, İstanbula doğru yola çıkacaksın. Diyarbakıra veya Van'a doğru değil. Hasılı kelam, rahmet ikliminin son ayı olan âziz Ramazan ayı bitmeye doğru giderken; fakir fukaraya el uzatmak için, piyasada gönüllü adam kıtlığı yaşamaktayız. Allah için yola çıkanların sayısı neden bu kadar az da, dünyevi işlerin peşinden koşanların sayısı neden milyonlarca? Sadece şu seçim sürecinde, kalabalık kitlelerin makam ve mevki yolunda harcadıkları zaman israfına bakmamız bile, insanlığın ne hale geldiğini öğrenmemiz için yeterlidir. Geceyi oturmakla boş işlerle geçirip, gündüzü uykuyla tamamlamanın adı nedir bilemiyorum.
Son söz: "Derdi ve davası olanlarla yola çıkın. Sayıları az olsa da, her zaman varlar. Ama asla ikna edilmişlerle, minnet edenlerle, laf edebiyatı yapanlarla, bedavadan kahramanlık taslayanlarla, gece bülbül gündüz büşkül olanlarla, çabuk pes edip ve sizinle arasına mesafe koymaya çalışanlarla, çok konuşup iş yapmayanlarla, bedavadan bir yerlere konmaya çalışan ve egosundan başka kimseyi düşünmeyenlerle; kısacası islâm davası diye bir ideali, derdi davası, hedefi, ülküsü olmayanlarla yola çıkmayın... Çıkarsanız yalnız kalır ve çok üzülürsünüz. Yarı yolda bırakan milyonlarla yola çıkacağınıza, inanmış bir kişiyle yola çıkın daha iyidir. Hiç olmazsa, birlikte istediğiniz hedefe ulaşırsınız. Ulaşmasanız da, o yolda olmanız bile yeterlidir. Kalın sağlıcakla efendim.
25 Mart 2024.