Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Dünya ve ahiret iyiliklerine, rahat ve huzura kavuşmak için birinci olarak doğru bir iman sahibi olmak gerekir. Doğru bir imana kavuşmak için, Ehl-i Sünnet itikadını öğrenmek ve inanmak gerekir.
İkincisi, insanların saadeti için gereken şey, dinin emir ve yasaklarını öğrenmektir. Dinimizde bildirilen helali, haramı ve diğer hususları öğrenmek ve buna uygun hareket etmektir.
Üçüncüsü, kalbin kötülüklerden temizlenmesi ve nefsin terbiye edilmesidir. Nefs hep kötülük yapmak ister. Onun bu isteklerinden kurtulmak ve Allah sevgisini kalbe yerleştirmek için, Tasavvuf Âlimlerinin eserlerini okuyup amel etmek gerekir.
Bir kimse doğru imana kavuşur, dinin emirlerini seve seve yerine getirirse enbiyaya, evliyaya ve melaikeye benzer ve onlara yaklaşır. Aynı cinsten olan şeyler, birbirini çektiği gibi onlar tarafından yanlarına çekilir. Çok büyük bir mıknatısın bir iğneyi çekmesi gibi onu yüksekliklere çekip Cennet’e kavuşmasına sebep olurlar.
Manen yükselmek dünya ve ahiret saadetine kavuşmak bir uçağın uçmasına benzetilirse, iman ile ibadet, bunun gövdesi ve motorları gibidir. Tasavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji maddesi, yani benzinidir. Tasavvufun iki gayesi vardır: Birincisi, imanın yerleşmesi ve şüphe getiren tesirlerle sarsılmaması içindir. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlendirilen iman böyle sağlam olmaz.
Allahü Teâlâ buyurdu ki:
“Kalblere İmanın yerleşmesi ancak ve yalnız zikir ile olur.” [Rad 28]
Zikir, her işte, her harekette Allahü Teâlâ’yı hatırlamak, O’nun rızasına uygun iş yapmak demektir. İkinci gayesi, ibadetlerde kolaylık, lezzet hasıl olması için, nefsten doğan sıkıntıların giderilmesidir. İbadetleri kolaylıkla, seve seve yapmak ve günah olan işlerden de nefret edip uzaklaşmak, ancak tasavvuf ilmini öğrenip, bu yolda ilerlemek ile mümkündür.
İcazet ve Hilâfet
Bazı kimseler, kendini Tasavvuf Ehli gibi göstererek, “Ben İcazet, Hilafet aldım” diyor.
Konu ile alakalı olarak Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Mekâtib-i Şerîfe kitabında buyuruyor ki:
“İcazet ve Hilafet, taliplerin kalplerine ihlası yerleştirmesi için, olgun birisine izin verilmesi demektir. İzin verilene Halife veya Vesile denir. Kendisine izin verilecek olanın kalbi ve diğer latifeleri, çeşitli hâllere kavuşmuş, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve Sabır, Tevekkül, Kanaat, Rıza sahibi olması, dünyaya düşkün olmaması lazımdır. Bu yüksek mertebe, ancak Selef-i Sâlihîn’e uymakla ele geçebilir. Eshâb-ı Kiram ile Tâbiine Selef-i Sâlihîn denir. Bu hâller kalpte hasıl olmadan, vaaz etmesi için izin vermek haramdır, tasavvuf büyüklerinin yolunu bozmak olur. Birisinin kendini beğenmesine sebep olmak, bir talibi, bir âşığı acemi ellere düşürerek mahrum etmek, akla da, İslâmiyet’e de uygun değildir.”
Zamanımızda hakiki Tarikat, Mürşid, Mürid, Şeyh yok gibidir. Vardır diyenlere, Şeyh olduğunu söyleyenlere inanmamalıdır. Sahte Şeyhlerin, cahil Tarikatçıların tuzaklarına düşmemek için uyanık olmalıdır.
Tasavvufu anlatan kitap çoktur fakat en kıymetlisi Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî hazretlerinin Mesnevî’sidir. Tasavvufu ve İslâmiyet’i birlikte anlatan kitapların en kıymetlisi ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbâtı’dır.
İcâzet ve Hilâfet, taliplerin kalplerine ihlas yerleştirmesi için, olgun birisine izin vermek demektir. Kendisine izin verilen zata Halife veya Vesile denir. Kendisine izin verilecek zatın batınının yani kalbi ve diğer dört latifesinin nisbete ve hâllere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve Sabır, Tevekkül, Kanaat, Rıza, Teslim Sahibi olması, dünyaya düşkün olmaması lazımdır. Bu yüksek mertebe, ancak Selef-i Sâlihîn’e uymakla ele geçebilir. Eshab-ı Kiram ile Tabiin-i Izama Selef-i Sâlihîn denir. Üçüncü ve dördüncü asırlarda gelen İslâm Âlimlerine, Halef-i Sâdıkîn denir. Bu hâller ve keyfiyyetler kalbde hasıl olmadan, vaaz etmesi için izin vermek haramdır. Tasavvuf büyüklerinin yolunu bozmak olur. Birisini mağrur yapmak, kendini beğenmesine sebep olmak, bir talibi acemi ellere düşürerek mahrum etmek, akla da, İslâmiyet’e de uygun değildir. Zamanımızda hakiki Tarikat, Mürşid, Mürid, Şeyh yok gibidir. Vardır diyenlere, şeyh olduğunu söyleyenlere inanmamalıdır. Sahte Şeyhlerin, cahil Tarikatçıların tuzaklarına düşmemek için uyanık olmalıdır.
Fakir, muhtaç demektir
Fakir, muhtaç demektir. İslâmiyet’te, asli, temel ihtiyacından fazla ve kurban nisabı miktarı malı olmayana Fakir denir. Resûlullah Efendimizin Allahü Teâlâ’dan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü Teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir.
Abdüllah Dehlevî hazretleri, Dürr-ül-Me'ârif kitabında buyuruyor ki:
“Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü Teâlâ’nın rızasından başka dileği olmayan demektir.” Böyle olan kimse nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü Teâlâ’nın iradesinden razı olur. Allahü Teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslâmiyet’e uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat, nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü Teâlâ’nın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye, itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.
Fena-Fillah, Beka-Billah
Evliyalığa, “Fena-Fillah ve Beka-Billah” deniyor. Fena-Fillah, kalbi Allahü Teâlâ’nın beğenmediği şeylerden temizlemek, boşaltmaktır. Beka-Billah, Allahü Teâlâ’nın sevdiği şeylerle kalbi doldurmaktır.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)