Yazımıza karayollarında kullanılan bir terim ile başlamamızın sebebi elbette bu konuyu irdelemek değil. Meramımız, yaşamın içinde her birimizin karşılaşmış olduğumuz durumlarda kaçış rampalarına ihtiyaç duyduğu gerçeğini ortaya koymaktır. Hayatımızın her alanında kaçış rampalarına ihtiyacımız var. Yaşamış olduğumuz nefes darlıklarımızda, çıkmazlarımızda, daralmışlıklarımızda, kalp sıkışıklıklarımızda bizi rahatlatacak, bize nefes aldıracak kaçış rampalarına ihtiyacımız var. Evet, zaman zaman sıkışıyoruz, evet içinden çıkılmaz hallerde zorlanıyoruz, evet bazen çekilmez bir biçimde bunalıyoruz; tüm bu hallerde bizi içinde olduğumuz durumdan kurtaracak, bu alanların dışına çıkaracak “kaçış rampaları” içinde olduğumuz durumda boğulmamızı önleyecek, bizi dışarıların ve içimizin tüketen ortamından kurtaracak pencereler oluşturacaktır.
Kaçış rampası kendinden kaçan insanın kendine kaçışıdır. Kirlenmekten, başkalaşmaktan kurtulabilmesi için, dışarının kalabalıklarından kurtulabilmesi için bir yöntemdir. Kaçarak dünyalardan dünyasına sığınmasıdır. Ezilen ruhunu, dünyaya sığmayan halini, paramparça yüreğini kurtarabilmek için sığınacağı bir limanıdır insanın. Kaçış rampası bir inşirah arayışıdır. Kendinden kaçan insanın yine kendine dönüşüdür. Zira insan nereye giderse gitsin kendinden başka sahili selamet bir alanı olmayacaktır. Kendine, kendi evine, sahip olduğu en sağlam limanına, gönlüne sığınacaktır. İnsanın gönlü kaçış rampası olacaktır. Evet, var mı sizin de bunaldığınızda sığınacağınız kaçış rampalarınız? O zaman buyurun, kendi kaçış rampalarım ile sizi baş başa bırakayım. Kim bilir belki size de bir pencere olur…
Yalnızlık diyorum azizim, yalnızlık! Yalnızlık gerek insana… Yalnızlık en büyük sermayesidir insanın. Yalnızlık kalabalıkların gürültüsünden çekip almaktır kendini, kurtarmaktır yüreğini… Yalnızlık bir tenhada kendinle söyleşebilmek, kendini dinleyebilmek, kendinle ağlayabilmek, kendine ağlayabilmektir. Yalnızlık derdini anlatabileceğin kimseyi bulamadığın bir zaman diliminde kendini karşına alıp ne kadar sustuğun varsa konuşmak, ne kadar söyleyemediğin varsa kendine haykırarak yüklerinden boşanmaktır. Yalnızlık kendini fark edebilmektir, unuttuğun kendini hatırlamak, kendine zaman ayırabilmektir…
Dost diyorum azizim, dost! Bir dost gerek insana. Sıcak bir el gerek insana. Eliyle değil yüreği ile tutacak, gözlerinizin derinliklerine yüreğiyle bakacak, hüznünüzü görecek, siz konuşmasanız da siz söylemeseniz de sizi anlayacak, yüzünde dinleneceğiniz, yanında iyileşeceğiniz, halinde güzelleşeceğiniz, iyi ki varsın, iyi ki yanımdasın diyebileceğiniz… Ne bileyim konuşmadan sizi anlayabilecek, sizinle ağlayabilecek, sığınabileceğiniz, tutunabileceğiniz bir dost gerek… Sen benim en büyük zenginliğimsin, sen benim şifamsın, sen lütfusun Rabbimin diyebileceğiniz, iyiliğiniz, güzelliğiniz, varlığınız olan, olacak olan bir dost gerek…
Yol diyorum azizim, yol! İnsanı terbiye edecek bir yürüyüş ve yol gerek. İnsanı tüketmeyecek, nefessiz bırakmayacak, yarı yolda koymayacak, öldürmeyecek bir yol gerek… Yürüdükçe dinleneceğiniz, sizi ferahlatacak, “ol”duracak, umut olacak bir yol diyorum... Yürüyorum, mutlu olduğum yolda yürüyorum. Yürüyorum, yüreğimi ve yüreğimdekileri hissederek yürüyorum… İşte öyle bir yol diyorum, işte öyle bir yol diliyorum…
Sabah diyorum azizim sabah! İnsana en çok sabah gerek. Sabah en büyük umuttur insana. Gelir ve her gün yeniden öğretir; karanlığın ardından aydınlığı müjdeler, gecenin ardından sabahı gösterir. Nedir o zaman bu umut yoksunluğu? Nedir o zaman bu kadar karanlık çığırtkanlığı?
Ey insan, insandan umudu kesme, kendinden umudu kesme. Çoğalt aydınlığı, çoğalt umudu, çoğalt güzelliği ve de iyiliği. Bırak kutsasın umutsuzluğu kutsayanlar, sen sabaha yürü, aydınlığa yürü, gecenin karanlığını yırtarak yeni güne yürü, Güneşe inan, güne inan, güzelliğe, iyiliğe inan. Umuda inan, umut ol, umutla ol... Sabahla ol…
Aşk diyorum azizim, Aşk! İnsana en çok, her şeyden çok aşk gerek… Yalnızlığın üstüne, dostun üstüne, dostluğun üstüne, yolun üstüne, hüznün üstüne, gözyaşının üstüne, umudun üstüne, doğacak sabahın ve aydınlığın üstüne… Ne varsa “yangından ilk kurtarılacaklar” listemizde hepsinin üstüne aşk sinmelidir. Aşk olmalıdır, aşka dönmelidir hayat… Zamanı başka zamana, mekânı başka mekâna, insanı başka insana dönüştürecek aşk gerek
Pencere diyorum azizim pencere… Bize yol olacak bir pencere lazım… Bize duvar olan mek(an)ı ve zam(an)ı “an”da buluşturarak bizi ins(an) kılacak, bizi diriltecek bir pencere lazım. Evet, azizim; var/ölüş halimizden, var/oluş halimize ulaşabilmek için, ölmekten kurtulup olmak için bize bir pencere lazım. Hani demiştik ya azizim pencere; penc/rah yani beşinci yol demektir. Yaşamın her alanında karşılaştığımız dört duvarın arasından kurtulabilmek için beşinci yol…
Bir pencere lazım bize… Bizi kaybolduğumuz yerden, yalnızlığımızdan, ıssızlığımızdan, kimsesizliğimizden kurtaracak; büyük Yalnız’a dost kılacak, kimsesizlerin kimsesine, bize şahdamarımızdan yakın olana yaklaştıracak bir pencere lazım.
Bize bir pencere lazım… Neyi kaybettiğimizi hatırlayabilmemiz için, kaybettiklerimizi bulabilmemiz için, kaybolmuşluktan kurtulabilmemiz için bir pencere lazım. Evet, azizim unutma kaybettiklerine ulaşmanın yolu gayb’olandadır. Ve insanı kaybolmaktan ve kaybolmuşluktan kurtaracak kaçış rampası gayb’olanı bilmekten geçecektir…