Gündemimiz Gazze, yüreğimiz Gazze’de öldürülen masumlarla yaralı ve hiçbir şey yapamamaktan dolayı içimiz kan ağlıyorken, Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın öldürüldüğü haberini aldık. Ailemizden biri gibi gördüğümüz bu kardeşimizin vefatından dolayı Türk, Kürt, Arap ayırımı olmadan Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak hepimiz çok üzüldük. Hakkın ve hakikatin dillendirilmesinden rahatsız olanlar dışında herkes onu çok sevmişti. Hocalığı da bilgisinden dolayı halkın kendisine verdiği bir unvandı.
Diyarbakır Ulu Camii önünde namaz çıkışlarında kendisini dinleyen insanlara ayaküstü yaptığı kısa konuşmalardan birçok kimse istifade etmişti. Hiç kimseye zararı ve hiç kimseden çıkarı olmayan, kendi halinde temiz bir insandı. Anlattıklarından yalnızca hakka karşı yabanileşmiş ve maneviyatta kör olanlar rahatsız oluyordu. Kendini çok iyi yetiştirmiş, bilgi ve İslam ahlakı yönünden gayet donanımlı, dilinden kalbinin temizliği akan, sadece hak ve hakikati söyleyen bu insan, belki de tehdit edildiği için yedi ay önce İstanbul’a taşınmıştı. Orada açtığı bir çay ocağını işleterek, bir de tesbih satarak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Kendisine rahmet diliyorum.
Ülkemiz suçlulardan sapıklardan geçilmez olmaya başladı. Canı sıkılan her sapık, karşılaştığı masum insanı öldürüyor ve ne yazık ki sorunlu hukuk nedeniyle bir süre misafir edildikten sonra salıveriliyor. Böylece suçu, cinayeti yanına kar kalıyor. Bu durum potansiyel suçlulara da teşvik kamçısı hükmüne geçiyor. Onun için cinayetlerin ve suçların ardı arkası kesilmiyor.
İşte Ramazan Hoca, bir sapığın bıçaklama darbeleriyle şehit oldu. Belki de bu sapık kiralık katildir, mutlaka perde arkasında azmettiriciler vardır diye düşünüyoruz. Ne yazık ki bu olay ilk de değil, son da değildir.
Hem insanları şenlendirmek hem ekmeğini kazanmak için sokakta müzik yapan sanatçıyı söylediği şarkıyı beğenmediği için ülkedeki cezasızlıktan cesaret alan sapık bir katil, gözünü kırpmadan öldürüyor. Bir başkası bindiği taksinin sürücüsünü hiçbir sebep yokken öldürüyor. Bir diğeri, sokakta üşüdüğünü gördüğü genci ısınması için arabasını alıyor arka koltuktan bu iyiliksever adamı kurşun yağdırarak öldürüyor. Merhameti ölümüne sebep oluyor. Merhamet edilmemesi gereken caniler cezasız kaldıkları için merhametli masum insanları öldürüyorlar. Keza çocuk kaçırıp öldüren, savunmasız kadınları, yaşlıları öldüren, cebindeki birkaç kuruşu gasp etmek için öldüren sapık katiller, İsrail Yahudileri gibi bütün toplumu tehdit etmeye başladı.
Suçluların çoğalması, masumların değil de suçluların korunması ve suçlara bir nevi suç işleme özgürlüğü tanınması yüzünden can, ırz ve mal güvenliği tehlike altına girmiştir.
Kur’an haksız yere bir cana kıyan katilin de öldürülmesini emretmiştir. Masum ve savunmasız insanlara yönelik artan cinayetler nedeniyle halk genelinde son günlerde “idam cezası”nın dillendirilmesi, Kur’an’ın bu hükmünün vicdanlarda yankılanmasından ibarettir. Vicdanı kabuk bağlamamış ya da bozulmamış herkes caninin de öldürülmesi gerektiğinde müttefiktir. Demek Kur’an’ın bu hükmü, aslında hakkaniyeti bozulmamış vicdanların fıtri duasına bir icabettir. İnsanlık mutlaka Kur’an’a kulak vermek zorundadır. İnsana en uygun cezayı takdir eden ancak insanın yaratıcısı olan Allah’tır. Allah’ın takdir ettiği ceza uygulanmadıkça insanlığın sulh ve sükûna kavuşması mümkün değildir.
Avrupa’nın dayattığı hukuk sistemindeki sorun nedeniyle hayat hakkı dahi olmaması gereken canilere ve sapıklara haklar tanınıyor, merhamet ediliyor, onlar da merhametsizce masumları öldürüyor. Suçluları değil de suçsuzları cezalandıran veya kamu vicdanını tatmin etmekten uzak, caydırıcı özelliği bulunmayan bir hukuk sistemi zulüm sistemine dönüşür. Geç kalan adalet zulüm olduğu gibi, caydırıcı olmayan adalet de zulümdür. Suçluları sevindiren ama mağdurların sayısını artmaktan başka işe yaramayan bir hukuk düzeni, kaos ve terör ortamının oluşmasında en önemli etkendir. Aslında hukuk sisteminin sorunsuz ve sağlıklı olmaması, emniyet ve savunmanın bozulmasında da baş sebeptir. Güvenlik güçlerinin canları pahasına binbir güçlükle yakaladıkları bir suçlunun, mahkemede hemen serbest bırakılması hukuk sistemindeki soruna işaret ettiği gibi, suç önlemedeki ciddi çabalara da büyük bir darbe indirmiş olur.
Bir ülkede bir suçlu, aynı suçtan defalarca yakalanıyorsa, o ülkenin hukuk sisteminde sorun var demektir. Verilen cezanın caydırıcı olmadığını gösterir. Mahkemelerin verdiği kararlar kamu vicdanında yara açıyor, “böyle ceza olur mu?” dedirtiyorsa hukuk sisteminde sorun var demektir. Aynı suçlar için mahkemeler birbirine zıt farklı kararlar veriyorsa yine o ülkenin adalet mekanizmasında büyük bir soruna işaret eder. Suçlu hem mağdur etmiş hem mağdura tehdit savurabiliyorsa hukuk sisteminin sorunlu oluşundan güç alıyor demektir. Bir ülkenin hukuk sistemi, mağduru acılarıyla baş başa bırakıp suçlunun haklarını koruyorsa, kimse kendini kandırmasın, orada artık hukuktan söz edilemez.
Kan davalarını doğuran, sorunlu hukuklardır. Kan davalarını önleyemeyen hukuk düzeni, sorunludur. Kur’an’ın “el kesme cezası” uyguladığı hırsızlığın neredeyse suç sayılmadığı bir duruma gelmesine sebep olan, hukuk sistemindeki sorundur.
Bu olumsuzlukları yaşayan bir ülke, hukuk sistemini ve hukuk eğitimini gözden geçirmek ve gereğini yapmak zorundadır. Yoksa halkın devlete güveni sarsılıp birlik bozulduktan sonraki çabalar, çare olmayabilir. Unutulmamalıdır ki, düşmanlarının direktifleri ve dayatmalarıyla dizayn edilen bir hukuk sistemi elbette sorunlu olacaktır.