Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Bilindiği gibi; Mirac Kandili, 6 Şubat 2024 Salı (26 Receb 1445) günüdür.
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bir iş, ne kadar sıkıntı içinde olmuşsa, o kadar uzun ömürlü olur. Peygamber Efendimiz, “En çok sıkıntıyı ben çektim” buyuruyor. O hâlde, hak olan dini de, kendi de bildirdiği gibi kıyamete kadar sürecektir. Peygamber Efendimizin vârisleri de çok çektiler. Dolayısıyla iman yani inanmak çok zor, inandırmak daha zordur. İman, Allahü Teâlâ’nın kullarına ihsan ettiği en büyük nimetten biridir. İmanı olanlar, sevinçten oynasa, yeridir.
Peygamber Efendimiz, Ümmihani’ye Mirac’ı söyleyince, “Aman kimseye anlatma, kimse inanmaz ve inananlar da vazgeçer” dedi. Peygamber Efendimiz de, “Anlatmam lazım, inanmayacak olan sonra da vazgeçer, çürük temel üzerine bina olmaz, ayrılacak olan şimdiden ayrılsın, sağlamları kalsın” buyurdu.
Akıl durdu, zaman durdu, her şey durdu, iman başladı. Mirac İmandır. Peygamber Efendimizin hiç yalan söylemediğini müşrikler de biliyordu. “Cenneti, Cehennemi gidip gören mi var?” diyenler oluyor. Evet, var. Hayatında hiç yalan söylememiş olan Muhammed aleyhisselam var.
Mübarek geceler kıymetlidir, fakat Mirac gecesinin ayrı bir özelliği vardır. Izdırap ve sevincin bir arada yaşandığı gecedir. Peygamber Efendimiz, bir ay Taif’te İslamiyet’i anlattı, hiç kimse inanmadı, alay ettiler, çocuklara taşlattılar.
Gece amcasının kızının evine geldi, Ümmühani, “Haber verseydiniz yiyecek bir şeyler hazırlardım, yedirecek bir şeyim yok” dedi. Peygamber Efendimiz, “Yiyecek içecek gözümde yok, Rabbime ibadet edecek bir yer bana yeter” buyurdu.
Allahü Teâlâ, Cebrail aleyhisselama, “Habibim çok üzüldü, onu ben teselli edeceğim, git Habibimi bana getir” buyurdu. Önce, Mescid-i Aksa’ya geldi, Sonra göklere çıktı. Allahü Teâlâ’yı bilinemeyen, anlaşılamayan şekilde, zamansız, mekânsız olarak gördü, “Yâ Rabbi, Ümmetim için de bunu isterim” dedi. İşte, beş vakit namaz, bize Mirac olarak verildi.
Mirac’da ne hikmetler vardır! Namaz kılmayan, Mirac’dan mahrumdur. 1400 yıldır devam eden, başka bir olay yoktur. İşte Mirac böyledir. Mirac, aklın bittiği, imanın başladığı yerdir. Mirac namazdır. Allahü Teâlâ, namaz gibi bir nimeti insanlara ihsan etti. Namaz, Allah sevgisini arttırır, duanın kabulüne de sebeptir. Namaz varsa, hayat vardır. Namaz yoksa insan bir işe yaramaz. Namazdan mahrum olan, her şeyden mahrumdur.
Bunun da elbette bir hikmeti var
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Cenab-ı Hak hakîmdir, yani hikmet sahibidir, O’nun yarattığı her şey hikmetlidir. Mümin daima hayırlısını istemeli, çünkü neyin kendisi hakkında hayırlı olduğunu bilemez. Vâki olanda hayır vardır. Bir Âyet-i Kerime’de mealen, “Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize, sevdiğiniz şey de kötülüğünüze sebep olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir” buyuruluyor. Demek ki, bazı şeyler zorumuza gider, çok üzülürüz. “Bu musibet başıma nereden geldi” deriz. Hâlbuki bilmeyiz ki, bu bizim için hayırlıdır. Bazı şeylere çok seviniriz, yaşadık deriz. Bilmeyiz ki, onlar bizim için kötüdür.
Bir Padişah Veziriyle ava çıkar. Tanınmamak için kıyafetlerini değiştirirler. Fakat Vezirin bir âdeti vardır. Ne olay olursa olsun, “Efendim, bir hikmeti vardır” der. Padişah avını vuramayınca, “Efendim, üzülmeyin, bir hikmeti vardır” der. Padişah çukura düşünce, “Efendim üzülmeyin, bir hikmeti vardır” der. Padişahın gözüne bir çubuk gelerek, gözünü çıkarıp, kör eder. Vezir yine “Efendim, bunun da bir hikmeti vardır” der. Artık padişah dayanamaz, “Gözüm çıktı, hâlâ hikmeti vardır diyorsun, defol buradan” der ve Vezirini kovar.
Vezir ayrıldıktan bir müddet sonra, eşkıya o beldeyi basar ve padişahı yakalarlar. O her ne kadar, “Durun, ben padişahım” dese de, inanmazlar. Bir yere götürüp, “Bizim reisimizin bir adağı vardı. Bize, “Canlı olarak ilk yakaladığınızı adak olarak kesin” demişti. Onun için, şimdi seni boğazlayacağız” derler. Yere yatırırlar, tam kesecekleri vakit içlerinden biri, “Bunun bir gözü kör. Durun, körden kurban olmaz” der. Durumu reislerine sorarlar. Reisleri de, “O zaman bırakın onu, başkasını bulun” der.
Padişah ölmekten kurtulup saraya gelince, “Hemen bana Veziri bulun” der. Vezir gelince, Padişah özür diler. “Sen haklıymışsın, seni kovdum, ama yanlış yapmışım, hakkını helâl et” der. Vezir de, “Efendim üzülmeyin, kovmanızda da bir hikmet varmış. Beni kovmasaydınız sizin yerinize beni keserlerdi. Çünkü benim iki gözüm de sağlam. İyi ki beni kovdunuz” diye cevap verir. Padişah da, “Sübhanallah, seninle başa çıkılmaz” der.
Dolayısıyla her şeye üzülmek doğru değildir. İstediğimiz şekilde neticelenmeyen bir iş için, üzülmemeli ve üzerinde ısrar etmemeli. Onun da bir hikmeti vardır.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)