Biraz Cemil Meriç okudum. Yaklaşık yirmi yedi yıldır birlikteyim Cemil Meriç ile. Onun kadar bana seslenen, kalbimi anlayan, ruhuma tercüman olan çıkmadı bugüne kadar. Tanpınar, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Peyami Safa, Nurettin Topçu, Kerim Sadi, Kemal Tahir, Yaşar Kemal hiçbiri. Bu topraklarda ruhuma en yakın hissettiğim mütefekkir Cemil Meriç. Belki küstahlık veya ukalalık gibi algılanacak ama kızı Ümit hanım, oğlu Mahmut Ali dahil hiç kimsenin benim kadar onu anladığını, okuduğunu, yaşadığını zannetmiyorum. Külliyatını ve hakkında yazılmış bütün çalışmaları defalarca okudum. Çeyrek asırdır okumaya devam ediyorum. Her bahar Jurnallerle uyandım. İnsanı Necip Fazıl gibi sadece kendisine bağlayan bir yazar değil, insanı dünya ile, evrensel düşünce ile, küresel dehalarla tanıştıran bir yazar. Yani kıskanç ve kısır değil, doğurgan bir yazar. İçindeki hakikat arayışı o kadar sahici ve şiddetli ki Allah'a inanmak için iki kolumu kestirebilirdim diyor.
İslamcılar hiçbir zaman sevmedi. Çünkü Cemil Meriç onlara cehaletlerini hatırlatıyordu her defasında. Aslında Dücane yerine onu yazmayı istiyordum. Onu yazamayınca Dücane'yi yazdım. İşin kolayına kaçtım yani. Bu ukde içimde kaldı ama. Günün birinde bir Cemil Meriç biyografisi yazabilir miyim, bilmiyorum. Yazmak istediğim Stefan Zweig gibi yazmak. Onun Dostoyevski'yi, Tolstoy'u, Balzac'ı, Nietzsche'yi, Hölderlin'i anlattığı gibi anlatmak. Bu hususta Dostoyevski dahil hiçbir yazarı Zweig kadar kıskandığımı hatırlamıyorum. Cemil Meriç'in ruhunu bir kitapta toplamak, hulasa etmek. Oğlu Mahmut Ali Meriç'in yaptığı gibi yalnızca hazretten iktibaslarla değil, kendi kelimelerimle, kendi cümlelerimle, kendi sesimle, kendi hislerimle, kendi sezişlerimle. Biliyorum müşterisi pek olmayacak ama kendim için istiyorum. Derdim Cemil Meriç'i anlatmak değil, kendimi anlatmak belki de. Cemil Meriç bir bahane, bir vasıta sadece. Yazmak istediğim o kadar şey var ki hiçbirini yazamadan öylesine geçiyor günler. Her şey hayalde kalıyor. "Ezelî Mağluplar" bu işin girişi, eşiği, elifbası sadece.
İş. Birkaç cevabi yazı. TYB ödülleri. Ödül alan talihliler. Hiçbirini tanımıyorum. Ödül demek, biraz iltimas demek, biraz kulis demek. Solcu solcuya ödül verir, sağcı sağcıya. Dindar dindara ödül verir, Kemalist Kemalist’e. Herkes kendi yandaşını ödüllendirir. Bomboş. Karar yazarları biraz. Tadı yok çoğunun. Siyasi yazılar. Hayatımız siyaset. Para için yazmak, her yazı başı para almak. Garip bir duygu. Tanımadığım, yabancısı olduğum bir duygu. En son yapacağım bir şey. İmkanım olsa geri çevirebilir miyim, bilmiyorum. Yazıyı paraya bağlamak. Maddi karşılığı olmayan hiçbir şey yok. Aslında saf iyilik diye bir şey yok. İmanımız, dualarımız, namazlarımız, oruçlarımız, sadakalarımız bile belli bir menfaat için. Ahirette güzel, zengin, rahat bir maddi hayat geçirmek için hepsi. Sadaka belayı defeder diyor hadis. Beladan kurtulmak için veriyoruz. Yani kendi menfaatimiz için. Ahirete inanmayan biri de bir iyilik yaparken kendini rahatlamış hissediyor. Yani o da sonuçta kendisi için yapıyor. Biz birini severken ona yansıtmış olduğumuz sevgimizi severiz. Yani neticede kendimizi severiz. Gen bencildir çünkü.
Hava nispeten soğuk. İşyerinin fiziki ortamı daha soğuk. Yakında yerimize geçeriz inşaallah. Parkta altı tur. Bir buçuk saat. Ayaklar yoruldu, sırt terledi. İmkanım olsa sabaha kadar tur atardım. Turlardan sonra ev. Yine rutin, yine eski hal. Bir meyve faslı. Kitaplığın önünde. Kitapların somurtması. Sadece bakışma. Neyi okumalıyım, niye okumalıyım? Lüzumsuz sorular. Çocuklar, aile, arkadaşlar, iş, akrabalar, şehir, koşuşturma, kasvet, tekrar. Düşünceler bile tekrar. Bazıları tekrarın tekrarı. Nasihat çeken yorumlar, zavallı muamelesi yapan kimi takipçiler. Yan ama tütme diyor filozof. Yandıktan sonra tütmemek mümkün mü? Dumansız ateş olur mu? Ya hiç yanmayacaksın ya da yandıktan sonra tütmeyi zorunlu olarak göze alacaksın. İnsan olan yanar, insan olan tüter. Eski bir yazı paylaşımı. İlgi cılız. Ülkenin durumu. Futbol. Ayak oyunları. Colombiya. Milli piyango. Şeytan üçgeni. Çaresizlik. Kıyıdan, sahilden seyretmek. Öylesine. İçi ezilerek, içi büzülerek. Bunları neden paylaşıyorum? Duramıyorum ki!