Şeytan İsrail, üç aydır masum Filistin halkına en vahşi şekilde soykırım uyguluyor. İnsanlığın uygarlık, insan hakları, hayvan hakları gibi erdemlerle, teknolojik icat ve keşiflerle övündüğü uzay çağı dedikleri yirmi birinci asırda, en ilkel devirlerde bile benzerine rastlanmamış zulüm ve vahşet sergilemektedir. Buna karşılık dünyanın yöneticileri İsrail vahşetini durdurma yerine silahlarıyla, açıklamalarıyla, en ağır savaş araçları ve asker göndermekle İsrail’e destek veriyor, birkaç milyon Filistinliyi dünyadan kazımak, yok etmek istiyorlar.
Halklardan birkaç cılız ses ve tarafını göstermekten başka hiçbir işe yaramayan demokratik eylemler dışında insanlık boynunu bükmüş, sessizce seyretmekle yetinmektedir. İnsanların çoğunluğu ise bu vahşeti gündemine dahi almamış, binlerce bebeğin katledilmesine göz yummuş vaziyette önemsememeye gayret ediyor. Zulme karşı çıkmak Müslümanların öncelikli görevi olmakla birlikte İsrail vahşetine karşı çıkmak için Müslüman olmak şart değildir, insan olmak yeterlidir. Ama gelin görün ki insanlık topyekûn vicdansız olmuştur. İnsanlık varabileceği en aşağılık konuma gelmiş görünüyor.
Evet, hangi milletten, hangi dinden hangi ırktan olursa olsun, hatta hayvan yavruları bile olsa bebek ve çocuklar parçalanırken keyif çatmak, umursamamak, ilgilenmemek hiçbir şey yokmuş gibi normal hayatına devam etmek, İsrail vahşetinden geri kalır tarafı olmayan bir vicdansızlıktır. Çünkü küfre rıza küfür, zulme rıza da zulümdür.
Bütün Müslümanların zulmü durdurmak Filistin halkını korumak, imdat çığlıklarına cevap vermek için İsrail’e savaş açmaları gerekirdi, bu Kur’an’ın emridir. “Size ne oldu da Allah yolunda ve “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa. 75.) ayetinde gayet açık bir şekilde tam da şimdiki durumumuzu ifade etmiyor mu? Zalim İsrail’i durdurmamız istenmiyor mu? Ancak savaşmak şöyle dursun, çoğu Müslüman zahmetsiz, risksiz ve kayıpsız bir mücadele olan boykota bile katılmıyor, çıkarından küçük bir taviz veremiyor.
Zalimin zulmüne engel olmak için çalışmamak, susup oturmak, onun zulmüne ortak olmak demektir. Zalimlerle mücadele zulme maruz kalanların görevi değil, insanlık onuru taşıyan, insan haklarının değerini bilen herkes zalimlerle mücadele etmelidir. Zulümle mücadele etmeyen herkes mutlaka bir gün mazlum olmaya mahkûm olur. İsrail’in vahşetine seyirci kalmak da zulümdür. Hatta bazı vicdansızlar, seyretmeyi bile kabul etmeyip gündemine almamak için, parmaklarını kulaklarına koyuyor, gözünü yumuyor. Çocuk ve kadınların çığlıklarını duymamak, parçalanmış minik bedenleri görmemek için ekranını kapatıyor. Bu tutum ve davranışlar da zulme rıza göstermek türündendir.
Üç aydır Gazze Mehmet Akif’in şu tasvirinden daha dehşetli bir haldedir:
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Bu tasvirinden daha dehşet bir ortamda, değil eğlence ve kutlama programları insan olan zorunlu öğünde, açlık hissetmez, yemekten bile tat alamaz. Ama vicdansızlar en mantıksız, en saçma bir kutlama olan yılbaşını kutlamaktan geri durmuyorlar. Yılbaşı kutlamanın kâfirlere benzemek olup günah olması ayrı bir konu olmakla beraber Gazze'de parçalanan minik bedenleri seyrederek kutlamak, keyif edebilmek bir vicdansızlıktır. Gazze’ye küçük bir yardımdan kaçınıp düğünlere, gezi ve eğlence programlarına velev ki inanç turizmi de olsa, önemli meblağlarda harcamalar yaparak eğlenmek, keyif çatmak, haram olmak dışında vicdansızlıktır. İsrail'e maddi ve manevi desteğini ortaya koyan Starbucks gibi firmaları savunmak kadar orada oturup keyifle kahve içmek ayrı bir vicdansızlıktır.
İsrail vahşetine karşı vicdanı teneke olanların söyleyebilecek hiçbir sözleri yoktur. “Rüzgâr eken fırtına biçer” atasözünün sırrıyla, vicdansızlar unutmamalıdır ki, zulme duyarsız kalmak, bir gün kendilerini de mazlum ve mağdur edecektir. O zaman da kendilerine acıyacak bir vicdan bulamayacaktır.