DAVETÇİ VE DAVET!

Yusuf Karadavi'nin, insanların zihnini uyandırın ve harekete geçirin sözü; islim davetçilerinin yoluna ışık tutacak bir meşale mesabesindedir... İslâm davetçisi olan herkes, "davasını derdi, derdini davası olarak bilmesi/görmesi lazımdır. Ki insanları hakka davet ederken, gafletten uyandırmaya çalışırken; yaptığı işin karşılığını alabilsin. Hiçbir ücret ve karşılık beklemeden, yapılan davet çalışmaları; nebevi usule uygun olduğundan dolayı, kısa zamanda nüvesini/meyvesini verecektir! Yoksa, yaptığı her şey, sarfettiği tüm emeği boşa gider ve akim kalır... Fakat her çabaya rağmen, konuş konuş fayda vermez, darb-ı mesel de geçtiği gibi bir durum söz konusu olduğunda; Rabbimizin şu ayetiyle onları baş başa bırakmak gerekecektir:

"İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.

 Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir.

Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.

En sonunda yalnız rabbine varılacaktır. (Necm suresi: 39,40,41,42)

Evet, kıymetli kardeşlerim devetçiye düşen vazife; insanları hakkın emir ve yasakları konusunda uyarmasıdır. Davetçi olan her Müslüman, davetin/tebliğin fayda vereceğine kanaati hasıl olduğu yerde konuşması, fayda sağlamayacağı yerlerde ise susmanın elzem olduğunu bilmelidir!

İslâm davası çok pahalı ve herkese nasip olmayan bir davadır! O münasebetle, davetçi kardeşlerin; ümitsizliğe ve yenilmişliğe asla yelken açmadan; hidayetin yalnız Allah'tan olduğuna inanmalı, kendisinin davet ve tebliğ ile memur olduğunu bilmeli/inanmalıdır! Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

'Kuşkusuz sen istediğini/sevdiğini hidayete erdiremezsin. Ama Allah dilediğini hidayete erdirir ve hidayete erecek olanları en iyi O bilir. (Kasas/56)

Başka bir ayette;

"Onlara haber verdiğimiz azabın bir kısmını sana ister gösterelim, ister (bundan önce) seni vefat ettirelim, senin görevin sadece tebliğ etmektir; hesaba çekmek bize aittir. (Ra'd. 40) Evet, bu ayetler ve daha nice ayetler bize bildirirler ki, İslâm davetçileri; insanları zorla imana getirmekle değil; onları İslâma davet edip hidayetlerine vesile olmakla yükümlü ve memurdurlar!

Allah dilese, herkes iman eder. Ama imtihan dunyasında, herkesin hür irade diye bir seçim hakkı vardır. İnsan hür iradesini ortaya koymakla, safını ve nerede duracağına karar verir... Yanlış yerde de dursa, doğru yerde de dursa; ahirette karşılığını ona göre alacaktır. Ya mükâfat, ya da mücazat olarak!

Şu ayetlerde zikrolunduğu gibi:

 "İman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!

 Biz istesek onlara gökten bir mûcize indiririz de derhal ona boyun eğerler. (Şu'ara. 3,4) Demek ki, bize düşen ilahi emre binaen nebevi usule uygun olarak, insanları hak yoluna davet etmektir... Ama fitne ve fesatta sınır tanımayan, yeryüzünde fitneyi iktidar haline getirmeye çalışan (İsrail terör örgütünün yaptığı gibi), zulüm ve isyandan vaz geçmeyen gerek fert, gerekse toplum veya devletler olsun; işte o zaman, İslâm devleti de, kendine düşeni yapmaya memurdur ve cihad ordularını sahaya sürer, ta ki inkârcılar gereken derslerini alıncaya kadar... Tarih boyunca, bu hakikat böyle işlemiş bundan sonra da kıyamete kadar böyle işleyecektir... Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir, darb-ı mesel bu hakikati ne kadar güzel özetlemiştir...

İslam davetçisi olan kardeşlerin semtine; "yılgınlık, yorgunluk, bıkkınlık, ümitsizlik, yenilmişlik hissi, pes etmek gibi düşünce ve hareketlerin uğramaması lazımdır. Zira her islâm davetçisi, yaptığı işi yalnız Rabbinin rızasını kazanmak için yaptığına inanmalıdır!

Davamızın sonu, Rabbimize hamd etmektir!

Kalın sağlıcakla efendim!

25 Aralık 2023

Sincan/Ankara