Dönemimizin en büyük acziyetlerinden bir husus var ki bu husus en aciz olanın yaptığı şeydir. Bu husus yalan söylemekten başka bir şey değildir.
Bizler bir düzen içerisinde yüce Allah'tan gelmiş varlıklarız. Allah bizi var ettikten sonra dosdoğru olmak üzere de dar'ul masiva'ya emrederek bizleri sınava gönderdi. Bu sınavda kopya çekmek yalan söylemekle aynı terazide işlem görmektedir.
Kıymetli dostlar, Müslüman her türlü kötülüğü yapabilir ancak yalan söylemek münafıklık alameti olduğundan Müslüman'a yalan asla uygun görülmemiştir. Evet, diğer yapılmaması gereken şeyler de uygun değildir orası ayrı.
Bir yuvada yalan varsa o yuva yıkılmaya mahkûmdur.
Bir arkadaşlıkta yalan varsa o arkadaşlıkta kopma vardır.
Bir işte yalan varsa o işte bereketsizlik vardır.
Daha nice şeyler vardır, bunlar sadece birkaç örnektir. Yalanı aciz insan söyler. Bu zamanda ise yalan söylemenin moda olduğunu ve zeki insanların yalan söyleyebileceğini belirten yalan söyleyen gibi aciz insanlar var. Varsayalım başınızdan bir olay geçti, bu olayı gizlediniz. Ancak size sorulduğunda aksini söylediniz de ne oluyor biliyor musunuz? Foyanızın meydana çıkması yatsıyı bulmuyor. Adınızın yalancıya çıkmasını hiçbiriniz istemezsiniz ama dilinizden yalanı esirgemezsiniz. Günümüzde en çok vaat verip yerine getirmeyenler ise siyasetçilerdir. Verilen sözün yerine getirilmemesi açıkçası yalan söylemenin farklı bir boyutudur. Müslüman Müslümana güvenmelidir. Yalanın arkasına sığınıp kardeşinin güvenini kırmamalıdır.
En tehlikeli yalan ise kırk doğrunun arasına sıkıştırılmış bir yalandır. Bizler bir söz söyleyeceğimiz zaman bizi her an izleyen Rabbimizi hatırlamalıyız. O mahşer günü ki tüm uzuvlarımızın bize karşı konuşacağı günü hatırlamalıyız. Peki, yalandan sakınmak için ne yapabiliriz?
Dilimizi en güzel söz olan Kur’an ile donatmalıyız.
İlim ve Edebiyat’ a öncelik vermeliyiz.
Bizlere öncü olacak doğru kişilerin hayatlarını araştırıp nasıl yaşadıklarını bilip onlara göre yaşamaya özen göstermeliyiz.
Allah, doğrularla beraberdir bunu asla unutmayalım. İşinde yalan olanın dostu iblistir. Dostu iblis olanın sonu meçhul ve ateştir.
En önemli husus ise çocuklarımıza, öğrencilerimize, eşlerimize ve çevremize yalanın ne kadar yanlış ve zarar verici olduğunu aşılamamız gerekir. Bunu da kendilerimiz yalandan arınmış şekilde söyledikten sonra sonuç alabiliriz. Kendimiz yalan söylüyorsak karşı tarafa yalan ile ahlak dersi veremeyiz. İslam dini başta olmak üzere bütün dinlerde yalanın yeri kötü bir şekilde bilinmektedir.
Yalan söylememe konusunda evlatlarımıza Abdülkadir Geylani Hz’nin Annesi gibi nasihat-kar olalım ki evlatlarımızda Abdülkadir Geylani Hz gibi doğruluk için dik dursun.
Satırlarımızı geçmişte Abdülkadir Geylani Hz’ nin yaşanmış olan meşhur bir hikâyesi ile bitirelim umarım örnek ve faydalı olur.
“ Abdülkadir Geylani, Bağdat’ a ilim öğrenmeye gitmek için annesinin huzuruna gider.
-Anneciğim! Bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim. Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim.
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum.
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı. Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! Seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme, doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''.
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rast geldi ve aralarına katıldı. Hemedan' ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere yıkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başlandı. Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar. Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi. Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yalnız 40 altınım var.
Eşkıya inanmamıştı. Bırakıp gitti. İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler.
''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler.
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var.
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler.
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemeyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı. Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hıyanet ve zulümler işlediğini, bir gün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik.::Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O'na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmayacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyet’te de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iade edildi. Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı.