Yıl dönümü tarihlerinin belli başlı olanları başka bir coşkuyla, başka duygular içinde yad edilir.
10.,25., 50., 75. yıl ve nihayet en vurucu olanı 100. yıl yani bir asır…
Devletin temellerinin atıldığı yılın 100. senesi en coşkuyla kutlanması gereken yıl dönümü olmalıydı.
Kutlamada coşku ne zaman ortaya çıkar?
İnsanların tamamının, halkın çoğunun aynı duyguları yaşadığı anlarda…
Bizde resmi bayramlar hep halktan kopuktur.
Kutlamalar, soğuk suratlarda, matem havası içinde, mecburen irad edilir.
Kutluyorum diyenler karşı kesime nispet olsun havasında, ideolojik dünyalarını tatmin ederler.
Kimse Demokratik Cumhuriyet sisteminin bireye sağladığı faydalardan bahsetmez. Onunla yurttaşlık seviyesine erişilebildiğini, özgürlüklere sahip olunabildiğini, yönetimi kendisinin belirlediğini, yöneticiyi kendisinin denetlediğinin farkında değildir. Yaşamını devam ettirebilmesi için adil bir hukuk sistemi içerisinde haklarının olduğunu, kendi özgürlüğünün başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini, en baştakiyle en sondakinin aynı haklara sahip olduğu ortamı Demokratik Cumhuriyetin sağlayabileceğini bilemez.
Peki bu bilinç eksikliğinin sebebi nedir sizce?
Cumhuriyetin kuruluşunda halk olarak bizim emeğimiz, katkımız, irademiz olmuş mu?
Hayır.
Cumhuriyeti belli bir kadro kurmuş bize armağan etmiştir.
Ölüm kalım savaşını halk olarak vermişiz, ondan sonrasında yine alıştığımız Sultanlık sistemini, monarşiyi beklemişiz. Savaşı nihayete erdiren Atatürk ve arkadaşlarının ne yaptığını, ne yapmak istediğini anlayamamışız. Cumhuriyeti kuran kişiyi hala gözümüzde Sultan, Padişah, Tek adam olarak görmeye devam etmişiz. Birileri de bunu sağlamak için elinden geleni yapmış.
100 yıl geçmiş hala Cumhuriyeti ve faziletlerini anıp anlatacağımıza ısrarla onu kuran kişiyi kutsallaştırmakla meşgulüz. Bunu özellikle Cumhuriyet rejiminin nimetlerinin farkında olan kesim devam ettiriyor. Yapılan her program, her marş ona övgüler dizmekle, onu yüceltmekle, hatta tabulaştırmakla, bazısı da bunun farkına varıp insan Atatürk profili çizmekle meşgul.
Bir düşünürün dediği gibi; O, yol üzerinde kritik bir yön levhasıydı. Bizler o levha yanında durup kalmışız, hep o levhanın faziletlerini anlatıyoruz. Menzilden bahseden yok. Varsa da çok cılız…
Onun için hala Cumhuriyetin en büyük getirisi olan yurttaşlığımızın farkında değiliz.
Farkında olmadığımız için seçimden seçime hatırlanıyoruz. Bizi kandırmak oyumuzu devşirmek için girmedik kılık bırakmıyorlar. Mührü bastıktan sonra bizi kimse iplemiyor.
Demokrasi hep bir beden büyük kalmış bize. Aşiret, kabile, cemaat kafasında sürü olarak oy kullanmışız. Fert olarak bizi muhatap almamışlar. Bağlı olduğumuz aşiret ağasını, cemaat liderini, parti başkanını, şeyhi kafalamışlarsa hedefe ulaşmışlar.
Evet Cumhuriyet bize armağan edilmiş, miras bırakılmış.
Emekle kazanılmamış mirasın kıymeti pek az bilinir.
Mirasyediler altından girip üstünden çıkarlar ve bir süre sonra onu tüketirler.
Onun için hala sistemimiz tek adamın sağlığına duacıdır, hala 5 yıl sonramız belli değildir. Hep beka kaygısıyla yaşarız.
Ne cumhuriyeti ne devleti tam olarak özümseyememişiz. Vergi vermemek için, askerlikten yırtmak için her türlü cambazlığı yaparız.
Kuralsızlık, usulsüzlük, mevzuattaki açıkları kullanma bizde övünç meselesidir.
Evet düşünce olarak emeğimiz ve katkımız yoktur Cumhuriyetin kuruluşunda.
Onu bilen Atatürk, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizlersiniz” demiş.
Demiş ama ne yüceltmişiz ne sahiplenmişiz.
Bir taraf sahiplenip görünüp karşıyı ezmek için kullanmış,
Bir taraf sorunu sistemde görüp ona cephe almış.
Sonuçta Demokratik Cumhuriyeti bilmeyen, yurttaşlık bilincinden uzak yığınlar olarak kalmışız.