İnsan, fıtratı itibariyle özgür yaratılmış bir varlıktır. Kendi gibi bir kulun tahakkümü ve baskısı altında yaşamayı kabullenmez. Zorbalıkla baskı altında yaşasa bile bunu içine sindiremez, mantığını ikna edemez. Bu nedenle baskı ve zorbalığa dayalı hiç bir yönetim sonuca ulaşamamış, er geç halkın direnişiyle yıkılmıştır. İnsan özgürlükle ikiz olarak yaratılmış gibidir. Özgürlüğe düşkündür. “Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam!” diyen Bediüzzaman, fıtratın sesi olmuştur.
Ancak, insandaki “özgürlük” isteği diğer bazı duygular gibi sınırsızdır. Eğer bir sınır konulmazsa, her insandaki sınırsız özgür olma isteği çatışmaya yol açar. Birinin özgürlük alanı diğerinin özgürlük alanına tecavüz eder. Bunun sonucunda da güçlü, zayıfın özgürlüğünü tehdit eder, onu yutar. Oysa yaratan tarafından bu dünyada her bir insana eşit ölçüde özgür yaşama hakkı bağışlanmıştır. Başkalarının özgürlüğünü yutmakla beslenen diktatörlerle, zorbalarla mücadele için binlerce peygamber ve İslam dini gönderilmiştir.
“Vermek istemeseydi ‘istemek’ vermezdi” kuralından anlıyoruz ki, insana özgürlük isteği veren Allah, elbette insanın özgür yaşamasını da istemektedir. O halde insan fıtratına ve huzuruna en uygun özgürlük Allah’ın hükümranlığı altındaki özgürlüktür.
Düşmanlarını bile rızıklandırarak onlara hayat hakkı tanıyan Allah, dünyada kullarına eşit bir özgürlük vermiştir.
Kâinatta hiçbir varlık için sınırsız özgürlük yoktur. Balık suda, kuşlar dalda özgürdür. Koyun, çobanın gözetimi altında özgürdür. Balığa sudan çıkma özgürlüğü tanınsa bırakın özgürlüğü hayatını kaybeder; koyun çobanın gözetiminden kaçsa, bu özgürlüğü kurtlara yem olmakla sonlanır. Aynı şekilde insan da Rabbinin emir ve yasakları altında özgürdür. Bu özgürlüğü genişletip onun kulluğundan kaçarsa mutlaka şeytanın kölesi olur. Demek ki bir özgürlük alanı, bir esaret ile sınırlanmıştır, bu özgürlük alanından çıkan mutlaka bir tutsaklık alanına girmiş olur. Öyleyse insan şu iki alandan birini seçmekte özgür bırakılmıştır: Ya Allah’ın kulluğu altındaki özgürlüğü seçecek, ya da sınırsız özgürlük sanılan şeytanın köleliğini tercih edecek.
Allah’ın ipine sarılmayan insan, şeytanın tasmasını boynuna geçirmiş olur.
Nefis ve şeytanı dikkate almayanlar, günahları, zevk ve eğlenceye düşkünlüğü ve rezillikleri özgürlük sanırlar. Hâlbuki rezalet ve günahlardaki özgürlük, şeytanın diktatörlüğünü ve şeytandan emir alan nefsin tutsağı olmayı kabullenmekten ibarettir. Damladan kaçıp oluğa tutulmak buna denir. Veyahut denize düşenin yılana sarılmasına benzer. Allah’a itaatten kaçıp şeytanın esaretini kabullenmek başka türlü izah edilemez.
Bir kocaya bağlanmaktan kaçıp birçok zalimin oyuncağı olan kadın özgür olamaz; Rabbine itaatten kaçıp nefsinin kölesi olan erkek de özgür değildir. Başıboş bırakılmak, hiçbir akıllı tarafından özgürlük sayılmamıştır.
Gerçek özgürlük imanın bir özelliğidir. Çünkü büyük bir sultanın akıllı bir hizmetkârı olan kimse kendi gibi bir kulun tutsağı olarak aşağılanmaya razı olmayacağı gibi, zavallı birine baskı kurmaya da tenezzül etmez. Aynen bunun gibi, âlemlerin Rabbine imanla bağlanan kul da zorbalığı kabullenmez, başkasına da zorbalık yapmaz. Demek ki iman ne kadar güçlü olursa, özgürlük o oranda parlar.
İslam’a göre özgürlük yalnız başkasına zarar vermekle sınırlı değil, kişinin kendine zarar vermemesi ile de sınırlıdır. Kişi başkasına da kendi nefsine de zarar dokundurmamak şartıyla özgürdür. Başkasına zara vermesini engelleyip, kişinin kendine zarar vermesini dikkate almayan düzenler, gerçek özgürlüğü sunmamış olur.
Şunu da belirtelim ki, ilahi özgürlüğü kısıtlayarak İslam’ı baskıcı bir tarzda gösterenlerin günahı İslam’a ait değildir. Allah elçisinin (ASV) sunduğunun dışında kalan tüm olumsuzluklar İslam’ın dışındadır.