Lezzet, izafi bir kavram olup kişilerin lezzet anlayışı farklı boyutlarda olabilir. Dolayısıyla yapılan bir yemekten aynı sofrada bulunan insanlardan bazıları en üst düzeyde lezzet alırken başkaları aynı durumda olmayabilir. Bu durumda yiyeceklerin hazırlanmasında emek vermiş kişiye teşekkür edebilmek için engel bir durum yoktur. Bazı insanlar yapılan yemeklerde kusur aramayı bir maharet zanneder. Yapılan yemek, yiyecek ne olursa olsun bir kusur bulurlar. Ya da “ben daha iyisini yapardım” gibi yapanın emeğini küçümseyerek, samimiyetin azalması ve soğuk bir havanın esmesi gibi sıkıntılı bir durumun ortaya çıkmasına yol açarlar. Hazırlanan yiyecek nasıl ve ne şekilde olursa olsun beğenmemek küfran-ı nimet olarak tanımlanabilir. Bu konuda da her konuda olması gerektiği gibi Hz. Muhammed (a.s.)’ın rehberliğine baş vuralım:
Peygamber Efendimiz (a.s.), hiçbir yemeği kesinlikle seçmediği, önüne konan yemeği, eğer iştahı varsa yediği, yoksa yemediği, Özellikle misafir olduğu sırada, kendisine ikram edilen yemeklerden dolayı, ev sahibinin gönlünü hoş tuttuğu ve ikram edilen yemekleri “son derece sevdiğini söylediği” rivayet edilmektedir.
Bediüzzaman hazretlerinin şu tespiti de oldukça önemlidir diye düşünmekteyim:
“Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyîye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.Ve bundan anla ki, bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârâne nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle, münkirâne,(inkar edercesine) belki de kâfirâne,(kafirlere yakışır şekilde) bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf(küçük görmek) ve tahkir(aşağılamak) edip dehşetli bir küfran-ı nimet (Nimete nankörlük) ederler.(Lem’alar,Otuzuncu Lem’a, Beşinci Nükte)
Beslenmenin insan için fizyolojik öneminin yanında sosyal yönü de tartışılmaz bir öneme sahiptir. Çünkü Kişi sevdiği ve değer verdiği diğer insanlarla birlikte yemek yediği takdirde, sadece yemek yemenin verdiği rahatlığın çok ötesinde tarif edilmesi güç ancak yaşanarak anlaşılabilen samimiyet, aile sıcaklığı, dostluk, kardeşlik gibi hislerin içinde olur. Aynı zamanda sofra, sosyal hayatın temeli sayılabilecek adab-ı muaşeret ilkelerinin öğrenilmeye ve öğretilmeye başlandığı bir ilk mektep konumundadır. Hayat için önem taşıyan “görgü kuralları” olarak adlandırılan sosyal hayatın omurgası durumundaki bu ilkelerin sofrada öğreniliyor olması beslenmenin insanın sosyal yönden gelişimine katkısı açısından önemini ortaya koyar. Masa etrafında paylaşılanlar, çocukların en temel duygusal ve sosyal kalıplarını oluşturur. Özellikle çocuklar, aile fertlerini ve ailesinin sevdiği ve hoşlandığı insanları bir araya getiren yemekli toplantılardan çok büyük haz alırlar. Yemeklerin güzel veya lezzetli olmayışı ile ilgili olarak sofrada yaşanan tartışmalar çocuklar üzerinde olumsuz travmalara yol açmaktadır. Aile içinde babanın anne ile yemek konusundaki tartışmasının çocuklara yansımaması kaçınılmaz bir durumdur.
Hülasa, hazırlanan bir yemek için nimetin yaratıcısına şükürden sonra yenilebilecek duruma gelmesine emek harcayana da “Allah Razı olsun, eline sağlık” gibi güzel bir söz söylemek erdemliliktir ve mutlaka gerekir diye düşünüyorum vesselam…
Afiyette Kalın