Mevlit kandili, Peygamberimiz (ASV)’ın doğumunun yıldönümü olarak kabul edilen, çeşitli ibadet ve etkinliklerle kutlanan bir gecedir. Peygamberimiz (ASV) hayatta iken kendi doğum gecesini kutlamadığı gibi, ondan sonraki iki kutlu nesil olan sahabe ve tabiîn’in de bu geceyi kutladığına dair hiçbir delil bulunmamaktadır. Yani anlayacağınız, Allah mevlit gecesi kutlamasını emretmemiş ve bu geceye mahsus bir ibadet de koymamıştır.
Bütün kaynaklarda Mevlit kutlamalarının Resulullah (ASV)’ın vefatından dört yüz yıl sonra ortaya çıktığı ve ilk kez, Mısır’da hüküm süren Şia Fatımiler tarafından ihdas edildiği bildirilmektedir. Ancak Fatımîler, Peygamber (ASV)’ın doğum gecesini değil, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın doğumunu kutluyorlardı. Hz. Ali’ye şiadan daha düşkün olan sünni halk da bu merasimlere büyük ilgi gösterdi. Bu durum, Sünnilerin zamanla şianın fikirlerinden etkileneceği konusunda ehl-i sünnet âlimlerini endişelendirdi. Bunun üzerine şianın kutlamalarına bir alternatif olarak Peygamber (ASV)’ın doğumu kutlama düşüncesini uygulamaya koydular. Şiirler, kasideler mevlitler yazıldı, şenlikler ve programlar hazırlandı. Böylece Mevlit kandili günümüze kadar devam etti. İmam Rabbani’nin deyimiyle mevlit, ilk başlarda şia fikirlerine kaymayı önlemek için, ehl-i bid’ata engel olmak gibi masumane bir niyetle uygulamaya konmuştu. Bu nedenle de bid’at değildi. Ama zamanla ibadet olarak görülmesi ve ibadetlerin yerine geçmesi onu bid’at haline getirmiştir.
Dinde olmayan sonradan ihdas edilen ve ibadet haline getirilen faaliyetlere bid’at denir. Peygamber (ASV) “Kim bu dinimize ondan olmayan bir şey ihdas ederse (uydurursa) o red edilmiştir.” (Buhari, Sulh, 5) “İşlerin en şerlisi sonradan uydurulan bid’atlerdir. Her bid’ad sapıklıktır ve her sapıklık ise ateştedir.” (Nesai, Salâtu'l-Îdeyn, 22) buyurmuştur. Mevlit gecesinde yapılan dua, salavat, ikram, Peygamber (ASV)’a övgüler gibi faaliyetlerin dinde dayanağı vardır ve bid’at değildir ama bu ibadetlerin doğum gecesini kutlamak amacıyla ona tahsis edilmesi bid’at olmaktadır. Peygamberimizin doğumu da dâhil olmak üzere hiçbir doğum kutlamasının dinde yeri yoktur. Bunun sebebi de Hıristiyanlığın sapık inanç temeline dayanan ve başta İsa’nın doğumu olmak üzere bütün doğumları kutlama âdetine benzememektir. İslam coğrafyası genişleyip Hıristiyanlarla tanışmadan sonra mevlit kandilinin kutlanmaya başlaması doğum kutlamasının Hristiyan kültüründen Müslümanlara geçtiğinin kanıtıdır. İslami kılıf giydirilen bu adetten Hıristiyanlık kokusu gelmektedir.
İbadet, Allah’ın emrine itaat etmek demektir. Bu nedenle bütün ibadetlerin temel (illeti) sebebi Allah’ın emretmesidir. Amacı ise rıza-i ilahidir ve ahirete yöneliktir. İbadetlerin dünyevi ve uhrevi birçok hikmetleri de vardır. Ancak bu hikmetler, ibadetin sebebi ile karıştırılmamalıdır. İbadet, hikmeti için değil, illeti için yapılır. Hikmetler henüz kemale ermemiş olan kullar için teşvik edici unsurlar olarak değerlendirilebilir.
Madem ibadetin temel sebebi Allah’ın emri olmasıdır, bütün ibadetler bu emri yerine getirmek için yapılır. Allah’ın emretmediği, sonradan ortaya çıkarılan bir ibadetin Allah için olması söz konusu değildir. Bu itibarla Allah için, Allah’ın emretmediği bir ibadeti, yani bir bid’ati yapmak mantıksızlıktır.
Bilindiği gibi, Allah’ın kulu ve Resulü olan İsa (AS)’a Hıristiyanlıkta ilahlık yakıştırması sonucu teslis (üçleme) inancı oluşturulmuştur. Allah, insanlığın babası Âdem’in yasak ağaçtan yemesi nedeniyle işlediği suç güya kalıtsal bir şekilde tüm zürriyetine bulaşmış ve tüm insanlık suçlu olmuştur. Allah, insanlığı temizlemek için oğlu İsa’yı, insan olarak doğurtmuş ve insanlık adına çarmıha gerilmiştir. Ama yine de cehennem azabından kurtulmak için her doğan çocuğun İsa ile bütünleşmesi gerekmektedir. Bu da vaftiz edilmesiyle olur. Böylece İnsanlık temizlenmiş, babaları Âdemin bulaşan suçundan arınmış olurlar. Bu itibarla İsa’nın doğumuyla tüm doğumlar kutsanmıştır. Çünkü İsa, tüm doğanlar adına doğmuştur. Tahrif edilmiş olan İncil’de yer alan bu saçma düşünceler, Hıristiyanların temel inançlarını oluşturur.
İslam’ın önemli ilkelerinden biri de başka bir dine benzememektir. Peygamberimiz (ASV) “Kim bir kavme benzerse o da onlardan olur” (Ebu Davud, Libas, 4) buyurmuş, ümmetini diğer kavimlerin dinlerine, sapık inanç temelli adetlerine uymamaları konusunda uyarmıştır. Kendisiyle ilgili olarak da "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı övmekte çok ileri gidip Ona "Allah'ın oğlu" deyişleri gibi sizler de, beni medh u senada aşırı gidip sınırı aşmayın.” (Tirmizi, Şemail, 149) hadisiyle ümmeti uyarmıştır. Resulullah’a (ASV) düşkünlükte ve bütün hayırlarda en önde bulunan Sahabe’nin mevlit kandiline ilgi göstermemesi bundan olsa gerektir.
Unutulmamalıdır ki, müminlerin Peygamber (ASV)’la bağlantısı bir geceden ibaret değildir. O sünnetleriyle ve getirdiği hayat nizamıyla günlük hayatın her anında müminlerin yüreklerinde ve amellerinde bulunmalıdır.