'SUSUN ÖĞRETMENİM'

Geçen bir karikatüre rastladım; okula yeni başlayan bir çocuğun sırtına çantalar yüklenmiş, çocuk, iki büklüm kan ter içinde okul yolunda ilerliyor, yanında yürüyen babası ona, ‘derslerine iyi çalışmazsan hamal olursun’ mealinde bir şeyler söylüyor, kendince öğüt veriyor.

E zaten hamal olma ihtimali var. Tabii okursa. AVM'lerde, marketlerde, inşaatlarda, sağlıksız atölyelerde, tarlalarda, orada burada nice genç kızlar, genç erkekler, asgari ücretlerle, kimi daha düşük ücretlerle hamallık/kölelik yapmıyor mu? Üstelik milyonlarca kişi, üstelik birçoğu üniversite mezunu ve hamal olmamak için okudu/okutuldu...

 Tüm bunlar ve hazır okullar da yeni açılmışken, artık birçok şey gibi umut olmaktan çıkmış eğitim konusuna değinmeye yöneltti.

Yeni bir şey söyleyecek, akademik veya istatistik sunacak değilim, zaten durum ortada. Yine de tümden susmak, sorumluluktan kaçmak olur.

Eğitim ile ilgili çok şey söylenebilir ancak zor olan eğitimle ilgili bir şeyler yapabilmek ki buna yeltenenler de çeşitli zorluklar yaşıyor. Türk ve Amerikan halkları arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için kurulduğu lanse edilen Fulbright Eğitim Komisyonu veya anlaşması, ruhu itibariyle eğitim sistemimizde yaşamaya devam ediyor.

Aslında tek başına bu durumun bile büyük bir facia olduğunu belirtmeden bir değişikliğe girişmek ve bu durumu halletmeden eğitimle ilgili yeni projeler sunmak ne denli etkili olabilir ki?..

Eğitim, gerçekten de hem kapsamlı bir süreç hem de zorluklarla dolu. O yüzden eğitim, hayatın içinde devamlı var olabilen bir olgu olmalı; planlı, mekanlı/okullu boyutları ise istisna. Zira okullar da bir çeşit hapishane ve öyle bir hapishane ki; bittiğinde de tutukluluğun devam ediyor...

Sömürge toplumlarda eğitim; sömürünün devam edebilmesi için zihinlerin itaate alıştırılmasından başka nedir ki? Bizde de eğitimde etkili olan Fulbright Eğitim Anlaşması, bu nitelikleri taşıyor denebilir…

*

Yıllar içinde çok şey değişti, çok kayıplarımız oldu, bu toplum her 10 yılda veya 20 yılda bir ya bir darbe ya bir seçim veya başka bir numara ile - ekonomik kriz filan- soyuldu ve bir asırdır da bu böyle.

Necmettin Erbakan, bu kör talihe bir son vermek istemişti ama şartlar olgunlaşmadan erken doğum yaptırdılar. Düşünün bir gazetecinin provokasyonlarını bile etkisiz hale getirebilecek bir imkan bulamamıştı.

30-40 yıl önce aileler; ilkokuldan sonra çocuklarının okuyamayacağına karar verince -genellikle isabetli tespitler olurdu- çocuğu bir mesleğe yöneltir, çıraklığa filan verirlerdi. 20-21 yaşına gelindiğinde o çocuk hem askerliğini yapmış hem de öğrendiği mesleğine yönelik bir dükkan açmış ve bir aileye bakabilecek miktarda para kazanabilmekte idi. Şimdi ise böyle bir karar ve uygulama mümkün pek değil.

Çünkü bugüne gelindiğinde, sahip olunan her şeyin alındığını ve buna bir türlü son verilmediği ve hatta giderek dozunun arttırıldığını müşahade etmekteyiz. Ağzıyla kuş tutmalı dendi, o da yapıldı ama ekmek/iş yok. Eğitim zaten yok; sadece yarış var, sadece öğretim var; bir lokma ekmek için. O da 30'lu yaşlarda işe girebilenlere. Genel resim, budur…

Artık evlenmek, geçinebilmek/aile geçindirebilecek, ev alabilecek bir dünya yok. Turgut Özal ile başlatılan liberal süreçle, yoksullaştırma/talan daha da hızlandı ve yeni bir evreye girildi. 

Çok iyi görebilen bir körlük türü edindik eğitimle. Zihinlerimiz konformize, tepkisizliğe dönük terbiye edildi, hedeflenen amaçlara ulaşıldı. Mesela Özel/yabancı bankaların; tefeci/soyguncu olduklarını, bizleri talan ettiklerini ve bunu yapmaları için onlara yalvaranlarımızın olduğu bir resme tepkisiz kalmaya alıştık, birçok sapkınlığa, soyguna, haksızlığa, merhametsizliğe, haysiyetsizliğe ve tüm bunların normalleştirilmesine alıştık ve bunlar normalmiş gibi yaşamaya alıştık. Oysa iyi bir eğitimin sonucu, bunlar olabilir mi?

Bu millilestirilmiş ve sadece adı İslam olan, din, bu resme dair bir şey söylemez mi? Şu hukuk denen kurum da mı bu talana bir şey demez? Ya eğitimli insan selleri? Ya köleler?

Hiç kimse bir şey demeyecek mi? Kötü olana dur denilmesinin herkesin üzerine farz olduğu bir din değil miydi İslam?...

Eğitim söz konusu olduğunda; yaşanmışlıklar daha bir önem kazanır. Yaşanmışlıklardan bahseden eğitimle ilgili hikayeler oldukça önemsenmeli zira eğitim bir yaşanmışlık barındırmalı, deneyimlenmeli. İyi hikayeler, bu bağlamda ufuk açıcı ve yol gösterici. Bu yüzünden hikayelerin içerdiği mesaj ve hikayelerin tahlil edilerek ilkelere ve yol haritalarına varılmasının eğitimde de temel yöntemlerden biri olduğu dikkate alınmalıdır.

İki hikayeden kısaca bahsederek bitirelim. Birincisi, bir yüzünde dünya haritası, öbür yüzünde insan resmi bulunan bir kağıdı parçalayıp oyalansın diye çocuğunun eline veren bir babanın, çocuğun çok kısa sürede parçaları dosdoğru birleştirmeyi başarması ile verilen mesajın öne çıktığı ve çoğumuzun bildiği bir hikaye. Babası, bunu nasıl başardın diye sorunca, çocuk; çok basit; insanı düzeltince; diğer yüzdeki dünya da kendiliğinden düzeldi, tarzında bir cevap veriyor. 

Ve son hikayemiz:

“Bir kuş, okul avlusundaki çınar ağacına konmuş şakıyordu ... Nikolio adında soluk benizli, kızıl saçlı bir öğrenci dayanamayıp parmak kaldırdı, ‘sus öğretmenim’, diye bağırdı, ‘sus öğretmenim, kuşu dinleyelim!

Nikos Kazancakis / El Greco’ya Mektuplar”

*

Belki de eğitim alanında yapmamız gereken şey Nikolio' nun çağrısına uyup susmaktır. 

Susmamız gerekenleri susmak, dinlemeniz gerekenleri dinlemek ve genel anlamda bir muhasebe için susmak.

Selam ve dua ile.