HAK VE EMEK

Yüce Allah, “Hak” isminin gereği olarak, yarattığı her mahlûkuna haklar tanımıştır. “Adl” isminin gereği olarak da mutlak adaleti uygulamaktadır. Hakları adilane bir şekilde tahsis etmektedir. Bu dünyayı bir imtihan meydanı olarak yarattığı için, hem dünya hem ahiret hayatında kullarına vereceği hakları elde etmeleri için gerektiği kadar çalışmalarını istemiştir. Yani hak kazanmak için emek vermek şarttır. Herkesi hakkı emeği oranındadır. 

Yararlanılan herhangi bir şeyi, bir hakkı veya bir nimeti elde etmeye yönelik sarfedilen enerji, çaba, gayret gibi çalışmaların tümüne “emek” denir.

Kur’an’da emek, “sa’y” kavramıyla ifade edilmiştir. “Şüphesiz insan için kendi sa’yinden (emeğinden) başkası yoktur. Şüphesiz emeği de gelecekte gösterilecektir. Sonra da onun karşılığı eksiksiz olarak verilecektir.” (Necm, 39,40,41) Bu ayetler, “kişinin ancak emek verdiği şeyi vardır, emek vermeden elde edebileceği hiçbir şey yoktur” şeklindeki ilahi bir kanunu dile getirmektedir.

Emek verilmeden elde edilen bir şey hak olmaz, yani helal olmaz. O, hırsızlık, gasb gibi gayrı meşru bir yol ile ele geçirilmiş olur ki bunun hesabı sorulacaktır. Kişinin haksız yere zimmetine geçirdiği haklar, onun gerçekte hakkı olmadığından kendisinden alınacak ve ilahi ceza ile cezalandırılacaktır. Bu nedenle ele geçirilen her şey “hak” olmayabilir.

Bu dünyada insanların elde ettikleri, “hak” ve haksız” olmak üzere iki türlüdür. Başka bir deyişle hak ederek elde ettikleri ve haksız olarak elde ettikleri vardır. Hak ederek elde etmek, ancak fıtri ve meşru sebeplerini yerine getirerek emek vermekle olur. Emeksiz ele geçirilen her şey haksızdır. Kişi, hak etmeyerek zimmetine geçirdiği her şeyden günah kazanmış olur.  Buna haksız kazanç denir. Haksız kazanan da, azabı hak etmiş olur.  Faizle, hırsızlıkla, yalan ve hileyle elde edilenler haksız kazançtır.

Bazı haksız kazançlar bir defa olup bitmez. Bir kez işlenir ama günahı ömür boyu sürer, hatta nesilden nesile aktarılmış olur. Örneğin sınavla işe alımlarda haksız olarak alınan kimse, başka bir hak sahibinin hakkını gasb etmiş olur. Bu durumda girdiği işten veya makamdan alacağı ücretler de onun gerçek hakkı olmaz, haksız kazanç olur. Bu durum ömür boyu sürer. Böylece bir sınavda bir kez yapılmış bir haksızlık, ömür boyu süren haksız kazançlara ve günahlara dönüşür. Hatta bir ömür boyu haksız elde ettiği serveti miras bırakmakla, başkasının hakkı olan o malı çocuklarına ve torunlarına yedirmeğe sebep olacağından, ilk başta bir sınavda yaptığı bir hile yüzünden ölümünden sonraya kadar uzanan süreçte günahlar işlemiş olur. Müslümanın hak yönünden bunları düşünmesi ve hakkı hak sahibine teslim etmesi lazımdır.

Peygamber (ASV)’ın amcası Zübeyr’in iki kızı, Hz. Fatıma’yı da yanlarına alarak Bedir savaşı ganimetlerinden bir ay almak için talepte bulunmuşlar ancak Resulullah (ASV): “Bedir yetimleri hakta sizi geçti!” buyurarak, hakkı yetimlere ait olduğunu bildirmişti. Kızına ve yeğenlerine hiçbir şey vermemişti. (Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Harac, 20, Hadis no: 2987.)

İnsana tanınan haklardan bir kısmı maddi ve bir kısmı da manevidir. Mal, servet gibi maddi kazanımlar; dünyevi olsun uhrevi olsun mutluluk ve sevinçler gibi manevi kazanımlar da emekle elde edilir. Her kazanımın emeği farklıdır.

Dünyada maddi haklar emekle sınırlı tutulmuştur. Kişiler emekleri oranında hak elde ederler. Emeksiz elde ettikleri mutlaka başkasının hakkıdır. Her bir şahsın emek gücü de sınırlıdır. En üst düzeydeki emek dahi sınırsız olmaz, belli bir miktar kapsamındadır. Bu nedenle bir şahsın enerji, kuvvet, bilgi gibi tüm emek gücünü sarf ederek elde edebileceği mal ve servet, ona uygun sınırı aşamaz. Bu nedenle bir insan, aynı emeği veren diğer emsal insanların binlercesinin servetinden daha fazla servet edinmişse, “bu, emeğiyle kazandığı bir haktır” denilemez. Mutlaka başkalarının hakkını zimmetine geçirmiştir.

İnsan, içindeki sınırsız hırsın etkisiyle emek vermeden her şeyi almak ister. Ancak mümin, Allah’ın koyduğu hak ve adalet mizanıyla tartmalı, hakkı olmayan hiçbir şeye iltifat etmemelidir. “Cennet ucuz değil, cehennem lüzumsuz değil” düsturuyla hareket etmelidir.