Tatilleri çok seven bir milletiz. Her hafta iki gün olmak üzere yılın birçok gününde şu veya bu sebeple tatil yaparız. Bununla da yetinmeyip yeni tatil günleri oluşturmaya çalışırız. Bazen bir günlük tatil için yapılacak hazırlıklar nedeniyle bir hafta işlerimizden ferağat eder, tatile feda ederiz.
Tatil düşkünlüğü, içimizi saran kapsamlı bir tembellik nedeniyledir. Tembellik, bir zindan gibi bizi kendi içine hapsetmiştir. Öylesine bir alışkanlık kazandırmış ki, bundan kurtulmayı da düşünmüyoruz. Ya da kurtuluşu mümkün görmüyoruz.
Oysa tembellik şeytanın bir oyunundan ibarettir. Şeytanın önemli bir uzmanlık alanı olan ümitsizlik tuzağıyla tembelliği gerçekleştiriyor. İnsanın tüm başarısızlıkları, şeytanın da tüm başarıları ümitsizlik sayesindedir. Bütün gayretleri söndüren, bütün hareketleri durduran, en yakın hedefleri uzaklaştıran ümitsizliktir. İşin kötü tarafı ümitsizliğin her alanda karşımıza dikilmesidir. Günlük işlerimizde, dinde, ekonomide, ilmi çalışmalarda hülasa her kalkıştığımız harekette yakamızı bırakmıyor.
Tembellikten kurtulmanın yolu himmete yani gayrete gelmek ve harekete geçmektir. Hareketin gerçekleşip yürümesi için, belirlenen hedefe bir aşk ve şevk lazımdır. Ancak ümitsizlik bu şevki kırınca hareket duruyor, hedef uzaklaşıyor.
Ümitsizlik bir kuruntu, bir vehim ve bir zandır. Sanal bir varsayımı şeytan kesin bir gerçek gibi sunuyor. Gayrete gelen kimsenin şevkini kırıyor. Ancak şunu da ifade edelim ki, ümitsizlik, bir-iki girişimin hedefe doğru yürüyememesi sonucunda güçlenerek yerleşir.
Bir harekete teşebbüs edilip tam hedefine doğru şevkle gidildiği sırada, insanın içindeki tefevvük meyli denilen “en üstün ben olayım” düşüncesi, bir de istenen hedefe sabırsızlanarak ulaşma aceleciliği, ümitsizliği doğuran unsurların başında gelir. Sürekli hüsranla sonuçlanan ortaklıkların temelinde bu iki unsur yatmaktadır. Ortaklardan her birinin, içinden kendi üstünlüğünün eğilimine kapılması, samimiyeti, fedakârlığı yok eder, hileyi ve birbirlerine karşı doğru olmamayı ortaya koyar. Acelecilik ise, merdiven basamakları gibi birbirlerine bağlı sebeplere sabredemeyip basamakları atlayarak hedefe çabuk ulaşma hevesinden kaynaklanır. Bu da ayağın kaymasına ve düşmeye yol açar. Bu gerçek, halk arasında kırk kişinin bir yumurtayı taşıyıp da hedefe ulaştırmadan yolda kırması şeklinde örneklendirilmiştir.
İnsan doğası gereği toplumsal bir varlık olmasına rağmen, ferdiyetçi bir hevese sahiptir. Böylece fıtratına muhalif bir tarzda kendini toplumdan ayrı tutmaya, yalnız kendi çıkarını düşünmeye meyillidir. Oysa fıtratındaki toplumsallık başkalarını da kendi gibi düşünmeyi gerektirir. İşte fıtratının gereğini yapmayıp ferdiyetçi hevesinin peşine düşenler hedefe ulaşamazlar. Çünkü birçok hareket ancak toplulukla birlikte yürür ve amaca ulaşır. Ferdiyetçilik hevesiyle hareket durunca ümitsizlik doğar.
Ümitsizliği doğuran unsurlardan biri de rahata düşkünlüktür. Rahatlık eğilimi aynı zamanda bütün sıkıntıların anası ve bütün rezaletlerin yuvasıdır. Çünkü çalışan kimseye eğlence, ciddiyetsizlik bulaşmaz, işinden ve çalışmanın verdiği lezzet, onu anlamsız eğlencelerden uzak tutar. Asıl sıkıntı işsizlikten kaynaklanır. İşte ve kazançta lezzet vardır. Çalışan kişi, kazancın verdiği lezzetle çalışmanın sıkıntı ve yorgunluklarını bile haz veren bir duruma getirir. Ama rahatlık ümitsizliği, o da tembelliği doğurur. Doğal olarak heyecanlı olan insan için çalışmak bir nevi deşarj olmaktır. Bu nedenle insanın asıl rahatı, rahat oturmada değil, çalışıp çabalamaktadır.
İnsan ümitsizliğe kapılınca bir mahpus gibi oturur, hiçbir harekete girişmez. Amaçsız olarak gününü eğlence ve keyif zannettiği sıkıntılarla geçirir. Çalışma hevesini ve zevkini büyük ölçüde kaybettiğinden her günün tatil olmasını ister. İslam dininde tatil yoktur, Cuma gününün tatili ise Cuma namazına kadardır, Müslümanların haftalık toplantısı olması itibariyle Cumaya hazırlık içindir. Yoksa Yahudilerin Cumartesi günü yan gelip yatmaları şeklinde asla değildir. Cuma namazının bitiminden sonra tatil de bitmiş olur, herkes işine gücüne devam eder. Bu durum, Cuma Suresinin 10. Ayetinde şöyle bildirilmiştir: “Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allâh'ın lutfundan nasibinizi arayın. Allâh'ı çok zikredin ki başarıya eresiniz.”