“Arınmış, temizlenmiş, herkesin hakkı verilmiş mülkiyet güzeldir kuşkusuz da, gene gene çok ağır bir şeydir…”
(Nuri Pakdil; Büyük Sorgu)
“İnsanın, sınırsız ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla karşılanması…” Böyle tarif ediliyor en genel tanımlamayla iktisat. Bir de “homo ekonomicus” var; ekonomik adam. Madem insanının sınırsız ihtiyaçları var ve kaynaklar sınırlı o zaman ekonomik adam, ekonomik kafasıyla bu çıkmazdan çıkmasını bilen, yani işini bilen adamdır. Evet, ironinin farkındasınızdır. Kapitalist sistemin, ekonomik insan anlayışı, insan varlığını ekonominin zindanına sıkıştırmış ve ekonomik ilişkilerinin dışında insanı yok saymıştır. Bu anlayışa göre; İnsanın, ancak malı kadar, parası kadar, mülkiyeti kadar, tükettiği kadar insan olduğu, pardon ekonomik adam olduğu değerlendirilir. Ve bu ekonomik adamın, seküler ekonomik modelin teminatı olmak gibi bir görevi vardır. Sözün başında verdiğimiz ekonomi tanımı bile aslında tam da bu amacın gerçekleştirilmesine hizmet etmeyi amaçlar.
“İnsan, iktisat ve ahlak” diyoruz; meramımızı ifade etmek için ortaya konulabilecek bir yaklaşım ortaya koymaktır amacımız. İktisadi anlayışımız, ekonomiye yaklaşım biçimimiz, sahip olmak ve mülkiyete dair hayat görüşümüz, tüketim anlayışımız; bu kavramlarla ne kadarla ilişkili… Mesela tüketirken ahlaklı davranıyor muyuz, kazanırken ahlaklı davranıyor muyuz, bir başkasının yoksulluğu üzerine zenginliği nasıl karşılıyoruz, bir başkasının evsizliği üzerine sahip olduğumuz mülkiyet anlayışına dair bir derdimiz var mı? Kazandığımız para, yaptığımız iş, sahip olduğumuz ev, araba, para her ne ise; mülkiyetimiz eğri mi doğru mu? Soruları çoğaltabiliriz. Mülkiyet anlayışımızı, en genelde iktisat anlayışımızı ahlakla ne derece ilişkilendirebiliyoruz ya da böyle bir derdimiz var mı?
Birçok yönüyle ekonomik kriz ile boğuştuğumuz bir zaman diliminde, ekonominin her şeyden önce ahlak olduğunu ifade etmek istiyoruz. Ekonominin bir kültür olduğunu; kültür ve ahlaktan bağımsız bir ekonomik anlayışın topluma refahı getiremeyeceğini, adil bir gelir dağılımını sağlayamayacağını, en temelde insan düzelmeden ekonominin düzelemeyeceğini ifade etmek istiyoruz. Daha fazla kazanmak, daha fazla tüketmek, emek vermeden, ter dökmeden, yorulmadan, gayret ortaya koymadan, üretmeden kazanma anlayışının her şeyden önce bir ahlak sorunu olduğunu görmemiz gerekiyor. Hem birey, hem toplum ve devlet anlayışında kökten bir değişiklik olması gerekiyor. İnsan insanın kurdudur anlayışının karşısına, insanı insanın umudu ve şifası kılacak; merhamet, vicdan, yardımlaşma, hak ve adalet ekseninde bir iktisat anlayışıdır bizi tam da şikâyet ettiğimiz durumlardan kurtaracak olan.
Başlıkta yer verdiğimiz iktisat ve ahlak kavramlarından hareketle iktisadın kavram olarak denge demeye karşılık geldiğini, ahlakın bu bağlamda dengede olmayı, fıtrata uygun olanı ifade ettiğini, dolayısıyla insanın ancak bir başka insan tekini ve de toplumu düşünerek ancak beşerden insana ulaşacağını ifade etmek isteriz. Daha çok kazanma, daha çok sahip olma, daha çok tüketme anlayışı; “ekonomik adama” uysa da esasen insanı, iktisadı ve ahlakı yok sayacaktır.
Bugün daha fazla kazanmak için fiyatları sürekli artıran anlayış, ev sahibi ve kiracı arasında ortaya çıkan sorunlar, piyasada durdurulamayan zamlar, devlet yönetiminde ortaya konulan savurganlık ve israf, hak etmeden kazanç anlayışının sonucu olan ekonomik sorunların temel sebebi, hem birey ve toplumun hem de devletin iktisadı anlayışını, ahlaktan, kültürden uzaklaştıran yaklaşımının sonucudur. Evet, helali, emeği, alın terini, hak etmeyi önceleyen, diğerkâmlığı, kanaati, veren eli önceleyen hepsinin üstünde iktisatta ahlakı önceleyen bir anlayışa ihtiyacımız var.
''Bütün çağlarda insanlar tamahı, açgözlülüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı…” Muhammed Esed, modern kapitalist insanın ahlaktan uzak ekonomik anlayışını böyle ortaya koyuyordu ve devamında sorunun içinde çözümün de olduğu tespitlerini ortaya koyuyordu. “Çokluk duygusu; hep biraz daha arttırma, hep biraz daha çoğaltma, hep biraz daha fazlasına sahip olma duygusu. Aç gözlülük, çoğaltma yarışı kapitalizmin ekonomik adamının ızdırabı. Çokluk duygusunun yalnızlığını yaşıyor modern insan, daha fazlasına sahip olabilmek için paralıyor kendini. Çoğaltırken azalıyor, büyürken küçülüyor, arttırırken eksiliyor her geçen gün. Bedelin, fiyatın ve rantın peşindeki insan sahip oldukları ile acı çekmekten kurtulamıyor. Zavallı bir hal alıyor insan, yalnızlaşıyor, sahip oldukları mutlu kılamıyor insanı… Çoğaldıkça yalnızlaşıyor, biricikliğini yitiriyor, sıradanlaşıyor…”
Elbette ekonomik sorunlar birçok yönüyle ele alınabilir ve çözüm önerileri de sunulabilir. Ama biz burada meselenin bir başka yönünü, kanaatimizce de ıskalanan esaslı bir yönünü ortaya koymak istedik. Ve belki de bu yönün esasının bir anlamda girizgâhı; insanı seküler kapitalist anlayıştan uzaklaştırarak; ahlakı, insanı ve iktisadı bir çerçevede ele alan bir anlayışı ortaya koymak olacaktır.