İnsan toplumsal bir varlık olduğu için, içinde bulunduğu toplumdan etkilenir. Topluma bağlığı nedeniyle, sevgi ve hüzün, hatta zevk ve nefret gibi bütün duyguları, toplumun etkisi altındadır. Toplumda egemen olan kültür, bireylerin eğilimlerini, yönelişlerini belirleme de etkindir. Birey üzerinde görünmez bir baskı oluşturur, kişinin mantığına uymasa da farkında olmadan bu baskının etkisiyle eğilimleri onu topluma bağımlı duruma getirir. Eskilerin tabiriyle “toplumun şahs-ı manevisi” ya da “toplum baskısı” bu özelliğiyle çok güçlü kabul edilmektedir.
Toplumun şahs-ı manevisinin, “ayıplama” adı verilen cezası ve “beğendirme” denen ödülü vardır. Bunlar sayesinde gelenekleri veya toplumun yasaları duruma gelmiş örf ve adetleri kişilere dayatır. Mantıksız nice gelenekler mantıklı insanlara yüzyıllarca uygulatılmıştır.
Toplumun sözünü ettiğimiz gücü, bir kültür atmosferi meydana getirir. Bu bir iklim, bir mevsim gibi kişilerin zevklerini, sevinç ve hüzünlerini de etkiler. Nasıl ki kış mevsimi, insanları, hayvanları, hatta bitkileri bile etkiler; yaz mevsimi gelince de herkes sıcağın etkisinden payını alır; aynı şekilde toplumun kültür atmosferi, fertlerin sevinç ve hüzünlerinde de belirleyici olabilmektedir. Mantıksız adetleri yaşattığı gibi, anlamsız sevinç ya da hüzün halleri de yaşatabilmektedir.
İnsan akıl gücüyle donatılmış bir varlıktır. Akıl, bilgi, davranış ve inançlarda bir mikyas (ölçüt) durumundadır. Akla uygun olmayanları kabullenmez. Baskı altında kabul etse de içinden onaylamaz. Sevinç ve hüzün içteki duyguların onayıyla gerçekleşen ve birtakım belirtilerle dışa vurulur. Bu nedenle de aklına uygun olmalıdır ki sevinilen ya da üzüntü duyulan halleri göstersin. Oysa akla uygun olmadığı, anlamsız sayıldığı halde, toplumun dayattığı birtakım sevinç ve hüzünlü yaşantıların ortaya çıktığını görmekteyiz.
Yeni bir yıla girmenin sevinci yahut doğum günü kutlaması bu tarz sevinçlerdendir. Dikkatle incelenirse, yeni bir yıla girmenin üstelik yeni girilen yılın başında sevinç yaşamanın mantıklı bir açıklaması yoktur. Azıcık düşünen herkesin bildiği gibi, yeni bir yıla girmenin hiçbir sevindirici kazanımı olmamakla birlikte, miktarı kişinin elinde olmayan ömürden bir yıl daha eksilmektedir. Bu ise sevinç değil hüzün verir. Geride bırakılan yılların sayfaları arasındaki hüzünlü öykülerin sevinçlerden daha fazla olması, yeni girilen yılın farklı olmayacağına delalet eder. Ancak yeni bir yıla girmek, ibretli bir muhasebe düşüncesine sebep olduğu takdirde bir yarar sağlayabilir.
Haramlara aldırış etmeden sevinç yaşamak için çoğu düğünlerde sergilenen tutum ve davranışlar da anlamsız sevinçlerdendir. Gerçekte günah kazandırmaktan başka bir kazanımı olmayan bu uygulamalardaki sevinçlerin de mantıklı bir açıklaması yoktur.
Spor takımlarının sevdalısı heyecanlı kardeşlerimiz beni bağışlasınlar ama tuttukları takımla dünyevi veya uhrevi hiçbir kazanımları bulunmadığı halde takım başarısındaki kutlamadaki taşkınlıklarının ve başkalarını rahatsız edici, tehlike saçan davranışlarının anlamsız sevinçlerden olduğunu belirtmeliyim.
Yılbaşı kutlamalarını da anlamsız sevinçlerden sayabiliriz. Yöremizde bir zamanlar Rumi takvim kullanılırdı. Halen Miladi takvimi içine sindirememiş ihtiyarlarımız arasında Rumi takvim yaşatılmaktadır. Miladi takvime göre bir zamandan bahsedildiğinde, “Bizim hesabımıza göre şu kadar gün var…” derler, Rumi takvimin daha gerçekçi olduğundan söz ederler. Bu günlerde aşırı sıcak günleri ifade etmek için sıkça dillendirilen “eyyam-ı bahur” kavramı da rumî takvimden kalmadır.
“Peşk” adı verilen Rumi yılbaşında Çeşitli şenlikler düzenlenir, herkes kendi emsaliyle olmak üzere, beşer-onar kişilik gruplar oluşturulur, yılbaşı gecesi ev ev dolaşılırdı. Gruptan biri, “qırdık” tabir edilen bir nevi palyaço kılığına girer, gittikleri evlerde bir gösteri yaparlardı. Evin büyüğü de gelenlere pestil, kuru üzüm, ceviz badem gibi kış yemişleri ikram ederdi. Daha önceki asırlarda Hicri yılbaşı kutlanırdı.
İsimleri ister Rumi, ister Hicri, isterse de Miladi olsun yaşanan zaman kavramı aslında hep aynıdır. İsimlerin farklılığı hiç kimseye yeni bir kazanım getirmemektedir. Söz gelimi Rumi yılbaşı kutlaması terk edilip Miladi yılbaşı kutlamasına geçilmesi, aklı tatmin edecek ölçüde bir kazanım sağlamamıştır. Yüz yıl önceki bir insanın Rumi yılbaşında yaşadığı sevinç ile bugünkü insanın Miladi yılbaşında yaşadığı sevinç aynı kaynaktan beslenir. İkisinin de mantıklı bir açıklaması yoktur. Demek ki bu tür kutlamalar, toplum dayatması anlamsız sevinçlerden ibarettir. Hatta günümüzdeki yılbaşı kutlamaları çeşitli günahları da barındırmaktadır. Bu yönüyle maneviyat açısından daha zararlı bir konumdadır.