ÇOCUKLAR ÖLÜR MÜ?

ÇOCUKLAR ÖLÜR MÜ? Bu da Bizim Karnemiz. Bir eğitim öğretim yılı daha sona erdi. Milyonlarca çocuk karnelerini aldı. Abdulbaki Dakak' ın karnesi de böyle bir son oldu. Ne kötü bir Karnemiz var. Karnesi böylesine kötü olacak kadar kötü olduk mu? Yazık, çok yazık. Çocuklar niye ölsün ki? Ölmemeli aslında ama ölüyorlar. Bir yandan resmi eğitimin sorunlu olması, diğer yandan sapkınlık, uyuşturucu, çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçiliği, eğitimsizlik, açlık, savaş, yanlış beslenme ve daha bir yığın olumsuzluk karşısında çocuklar tek başına nasıl direnecek? Resmi eğitim dışında, çocuklarına farklı eğitim alternatifleri arayanlar ise bunu yaptıklarına pişman ediliyor adeta. Aslında büyük ölçüde çözüm olabilecek seçenekler de yok değil. Ciddi bir denetim. Diğeri ise Milli Eğitim bünyesinde, temel eğitim ve yeteneklere ilaveten her derece ve kademede dini eğitim, dil, fen, spor, sanat vd tüm dallarda, tercih edilen ve çocuğun ilgi ve yeteneklerine uygun farklı formatlarda/ağırlıklarda/seçeneklerin olduğu/oluşturulabildiği programların uygulanması. Bu mümkün mü? Evet, mümkün. “Hız ve dijital çağın saldırıları ve tehlikeleri karşısında –buna artık dijital sömürgecilik deniyor ki doğru bir isimlendirme olduğunu düşünüyorum-toplumu koruyacak ve bizden olan alimler, akil adamlar, toplum önderlerimiz hemen hemen yoktur. Bu kültür ancak din üzerindeki küresel ve seküler baskılar kaldırılarak ve medrese eğitimlerinin yeniden ve yeni formatla ama seküler egemen siyasetten bağımsız ve onun üstünde konumlanarak devreye girmesi, canlandırılmasıyla belki yeşertilebilir.” Bu paragraf bundan önceki yazımdan. Bu öneri genel kabul görmüş, güçlü bir talep. Ama uzun vadeli ve önünde engellerin çok olduğu bir çözüm olmasına rağmen bu talep gerçekleşirse belki; ‘Ezher Üniversitesi’nde üç yıl süreyle şer‘î ilimler alanında öğrenim görmüş, 1959’da Fulbright doktora sonrası bursuyla Mc Gill Üniversitesi’ne giderek Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında araştırmalar yaparken bir yandan da dersler vermiş’ (islamansiklopedisi.) İsmâil Râcî el-Fârûkī gibi insanların program ve müfredatını, çalışma şeklini ve genel anlamda plan ve programını yapacağı bir eylem ortaya çıkar. Bu olursa; şarlatanların, din pazarlamacılarının, menkıbeci, kerametçi, şeyhçi, partili, şucu bucu değil; Mehmet Görmez, Atasoy Müftüoğlu, Abdurrahman Arslan benzeri ehil insanların önemli heyetlerinde olacağı bir okul ve eğitim mümkün olur. Yeterince kirlenmiş ve kirlenmeye devam eden toplumlarda, seküler eğitim ve dijital kuşatılmışlık karşısında toplumun, ruhsal ve zihinsel sağlığını güçlendirmenin ve çocuklarımızı sağlıklı bir şekilde geleceğe hazırlamanın, onları kurtarmanın başka yolu var mıdır? Bu olursa belki; Furkan Celep’ler hayattan kopmaz (https://www.gazeteipekyol.furkan-celep-neyin-resmi), Muş’taki bir Kuran kursunda kalan 12 yaşındaki M.H.Y., kemerle tuvalet kapısının koluna asılmış halde bulunmaz, bu olursa belki; birçok çocuğun ve ailelerinin hayatı kararmaz, karartılmaz. Bu olursa belki; 12 yaşındaki Abdülbaki Dakak adında bir çocuk, üç gün arandıktan sonra, yatılı bulunduğu kayıt dışı bir kursa yakın olan bir ahırda asılı bulunmaz… Bu olursa; tekfirci ve anormal, tolumdan kopmuş, gerçek hayattan uzak terörist tipler değil; bilgili, donanımlı ve sağlıklı bir bilince sahip, üretken ve toplumun ‘işte bu’ diyeceği gülen çocuklarımız olur, geleceğimiz ve umudumuz olur. Öyle ise artık bitirelim bu işleri ve sorunların üzerine gidelim. Bunu fırsat bilip İslam’a saldıracak olanları/saldıranları bu defa bahane etmeden, bu soruna bir çözüm bulalım. Bir zamanlar fetö’ nün yok ettiği bir nesle hayıflanırken, bu defa kontrolsüz odakların buna, yeni bir nesli eklemesine izin vermeyelim. Şu cemaat iyidir, bu tarikat kötüdür gibi bir meselemiz yok. Zaten mesele bu değil. Ancak Abdülbaki Dakak ile ilgili iddia acıklıdır, trajiktir, kahredicidir. Toplumun uyuşturularak yok edilmesi, güçsüzleştirilmesi ayrı bir mevzu. Burada önemli olan bir çocuğun/kurbanın başına ne geldiği ya da getirildiği. Kimseyi zan altında bırakma ya da suçlama değil, faillerin doğru tespiti ve hak ettikleri adli sonuçların tahakkuk ettirilmesi önemli ve gereklidir. Sanırım Abdülbaki Dakak’ın şüpheli ölümünün araştırılması için TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na başvuru da yapılmış. Meclisin bu konunun takipçisi olması bir sonuç getirebilir. Adli ve diğer hususlar araştırılmalı. Bir cinayet mi, intihar mı, ortaya çıkarılmalı, bu konuda hukukun işletilmesinden taviz verilmemeli. Bu sonuçları ortaya çıkaran etkenleri, yapıları, faaliyetleri, yöntemleri tespit edelim; ıslah veya iptal edilmesi gereken yönleri bulalım ve gereğini yapalım. Yapalım derken; bunu yapması gereken ilgili kurumlardır elbette. Çocukların ve gençlerin artık gülmelerini, mutlu olmalarını, memleketlerinde kalmalarını güvende olmalarını, iş ve aş kaygısında olmamalarını, değerli olduklarını hissetmelerini, umutlu olmalarını istiyoruz. Onların kara haberlerini almak istemiyoruz. Çünkü onlar ölünce; her şey ölüyor. Gelecek ölüyor, umut ölüyor, hayal ölüyor, yüzlerde ki tebessüm de onlarla birlikte ölüyor. Umarım bu gidişata bir son verilir ve bu defa örtbas edilmez. Bu temenni ile bir çağrıda bulunalım: Gelin, bir cevap bulmak umuduyla; hepimiz, hepimize şu soruyu soralım: 12 yaşındaki bir çocuk, niçin intihar eder? Selam ve dua ile.