ÖLÜM UMURSAMAZLIĞININ KÖKENİ
İnsan bütün canlılar gibi ölümlü bir varlıktır. Öleceğini şevksiz şüphesiz olarak biliyor. Hemen her gün ölümlere şahit oluyor, cenaze namazlarına ve merasimlerine katılıyor, taziyelere gidiyor. Yakınlarının, akrabalarının, arkadaşlarının ölümlerini görüyor. Bütün bunlara rağmen insan inanılmaz bir umursamazlık içindedir, hiç ölüm yokmuş gibi hayatına devam ediyor. Ölenlerden etkilenip üzülse de kısa bir süre içinde unutuveriyor, etkisi bitiyor. Ölümü hatırlatıcı bu kadar unsurlara rağmen kendi öleceğini hiç aklına getirmiyor.
İnsanın ölüme karşı bu umursamazlığı, unutması ve hiçbir şey olmamış gibi normal hayata dönmesi, zamanımızda daha da hızlanmıştır. Taziyeler 15- 20 günden 3 güne, ondan da 2 güne indirildi. Hatta "ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyor." sözü, bir özdeyiş olarak halk dilinde süregelmiştir. İnsanın ölüme karşı bu derece lakaytlığını ve hiç ölmeyecekmiş gibi davranmasını bazıları insanın arsızlığıyla, kimisi insanın inançsızlığıyla yorumlamıştır. Elbette doğrudur ancak bize göre temel neden bu değildir. İnsandaki söz konusu bu ölüm umursamazlığı ve ölümsüzmüş gibi davranması, insanın fıtraten ahirete kesin bir şekilde yolcu ve buna eğilimli olmasından kaynaklanıyor. Yani diliyle ahireti inkâr etse, ateist olduğunu söylese de, hayatın bütünüyle sona ereceğine ve tamamen yokluğa gideceğine fıtri olarak inanmıyor. İnançsız da olsa ebedi hayat olan ahirete kesin olarak namzet yaratıldığından, doğasında buna eğilimli bir inanç vardır. İşte ölüme karşı umursamazlığının kökeni bu inançtır.
Nasıl ki deprem, yangın, taarruz gibi bir tatbikat sırasında istenen ciddiyet gösterilmiyor; çünkü herkes onun bir tatbikat olduğunu, gerçek olmadığını biliyor. Yahut bir film seyrederken oradaki olayların senaryo gereği bir oyun olduğunu bildiğinden gerçek bir etkiye ulaşmıyor. Aynı şekilde dünyadaki haller ahirete yönelik bir tatbikat ve ölüm ebedi bir hayatın kapısı mahiyetindedir. Bu itibarla fıtrat, onun yokluk olduğuna ihtimal vermiyor. O nedenle ölüm insan doğasında pek ciddiye alınmıyor.
Ölüm umursamazlığının genel olarak ifade ettiğimiz bu temel nedenin dışında bir de zamanımızda gittikçe yaygınlaşarak insanlığı etkisi altına alan "nefsini putlaştırma" hevesini de bir neden olarak belirtebiliriz. Ayette "hevâsını ilah edinen" (Casiye, 23.) ifadesiyle vurgulanmış olan bu inanç sadece kendini düşünmek, kendinden başka hiç kimseye değer vermemek, nefsinin isteklerini her şeyin üstünde tutmak şeklinde açıklanabilir. 6 Şubat depreminde 50 binden fazla insanımızın ölümü ve on bir şehrin büyük ölçüde yıkılmasıyla sonuçlanan felaketin kolay kolay unutulmaması gerekirdi. Benzeri görülmemiş bir korku yaşayanlarda daha bir yıl dolmadan büyük ölçüde etkisini yitirmesi beklenmezdi. Hâlbuki etkisi yıllarca kaybolmayacak ölçüde gerçekleşen bu korkunç felaket üç ay gibi kısa bir sürede unutuluverdi, yakından ve uzaktan etkilenenler hiçbir şey olmamışçasına normal hayata devam etmeye koyuldular, depremzedeleri unutmaya başladılar. Bu felaketi şimdilik yaşamamış olanların önemli bir kısmı, “o musibet bana gelmedi, gelmez de” şeklindeki nefsin aldatıcı, şeytanî bir kuruntusunun oyalamasının etkisi altındadır. Oysa herkes aklen ve kalben biliyor ki depremzede kardeşlerimizin başına gelen, her an herkesin başına gelebilir, hiç kimsenin bundan korunacak bir garantisi yoktur.
Ölüm umursamazlığının bir diğer kökeni de çok kısa süreye çok fazla iş sığdırabilme hırsıdır. Zamanımızda teknolojik gelişmelerin çok zorlu iş ve işlemleri kolaylaştırması, hızlandırması ve buna bağlı olarak refahın yükselmesi, insanın dünyaya karşı hırsını hiç olmadığı kadar artırmıştır. Böylece ölümü düşünmeye ve ölümün verdiği hüzne vakit bırakmayacak kadar aşırı yoğun bir iş yükü altına girmektedir. Eskiden altı ayda ancak ulaşılabilen yerler ve yapılabilen işler günümüzde baş döndürücü bir hızla bir-iki saat içinde ulaşılıp yapılabilmektedir. Buna rağmen hiç kimse işlerini tamamlayamamakta, herkes yarım bırakarak ahirete göç etmektedir. Çocukluğumda o zaman hayatta olan büyüklerimizin dünya işlerini tamamladıklarına ahirete yönelik çalışmalara yoğunlaştıklarına şahit oluyordum. Bugün her şey en hızlı konumda olduğu halde bir ömür boyunca işlerini tamamlayanların küçük bir azınlık olduklarından bilinmediklerini düşünüyorum.