ŞEHİR VE ŞUUR

“Hazırlıksız yakalandığımız, bünyemizle uyuşmayan modern, kapitalist yaşam biçimi bizleri durup düşünmekten alıkoydu. Arkamıza dönüp bakamaya dahi fırsatımız yok. Kısacası şehrin ruhunu okuyamıyoruz. Durumumuz üretim bandındaki makine dişlisinden farksız. Oysa tarihi-kültürel mirasımız şehirlerin hafızasıdır ve geçmişle geleceği birbirine bağlar. Geleneğinden habersiz, hafızasını kaybetmiş şehir, beton ve demir yığınından ibarettir. Geleceğini de inşa edemez.” Yazımızın başlığı, Nidayi Sevim’in yazımıza girizgâh yaptığımız; “Şehir ve Şuur” kitabından… En genelde; dünyaya, yeryüzüne, mekâna ve de en özelde; eve, mahalleye, şehre dair ortaya her ne koyuyorsak esasen ardında bir şuur vardır. Dolaysıyla insanın yapıp etmelerinin ardında bir şuur, bir idrak var.  Yaşadığımız hayat idrakimizin sonucu. Bulduğumuz dünya idraklerimizin eseridir. Neyi inşa etmişsek onu idrak ettiğimiz için inşa etmişizdir. Siyasal, ekonomik, toplumsal hayatımızın geldiği nokta aslında idrak biçimimizin müşahhas halidir. Sorunlu idraklerden sorunsuz sonuç çıkmaz. Yanlış idrakten doğru inşa çıkmaz. İdraki güzel kılmak gerekiyor önce, her şeyi başında sahih bir idrake sahip olmak gerekiyor. Kötü idrakten iyilik, çirkin düşünceden zarafet çıkmayacaktır. İdrak yoksunluğundan, şuursuzluktan ve de idraksizlikten kurtulabilmek gerekiyor. Çünkü idraki olmayanın nasibi de olmayacaktır. Evet, şehir bir idrak ve şuurun, bir tasavvurun müşahhas halidir. Onun için şehir meselesini salt bir mimari ve teknik durum olarak görmek büyük bir yanılgı olacaktır. Şehirler; salt teknik bilgi ve bakış açısı ile değil, şehrin kimliğini önemseyen şuurdan, idrakten bir medeniyet tasavvurundan mütevellit şehir anlayışı ile donanmış mimarlar, şehri plancıları, mühendisler ve müteahhitler ve bunlara öncülük edecek belediyeler aracılığıyla inşa edilebilecektir. Mekân tasavvuru olarak şehirler orada yaşayanların tercihleri doğrultusunda inşa olunur. Şehir ile insan birbirini tamamlar. Yani insan kendi zihnine göre şehri inşa eder aynı zamanda şehirde yaşayan insanda mekân olarak şehirde oluşur. Biz kendi şehirlerimizi ancak kendi medeniyet tasavvuru ile oluşturabiliriz. Batı(l) tasavvurlarla kendi şehrimize ulaşamayız.  Şehir bu anlamda bir davranış biçimidir. Ve bu davranış biçimi idrakimiz doğrultusunda şekillenir. Kapitalist bir idrakin ortaya çıkardığı kent, kapitalizme uygun bir hayat tarzını ortaya koymanızı salık verir. Ucube şehirlerde, dahası kişilik bozukluğu yaşayan şehirlerde yaşıyoruz bugün. Çünkü şehirlerimizi kendi medeniyet tasavvuru ile inşa edemiyoruz. Mesela mahalleye dair bir şuurunuz yoksa eve, aileye dair varoluşsal bir şuura sahip değilseniz, buraları salt betonarme olarak değerlendiriyorsanız, şehri anlayamayacaksınız. Şehri imar ederken insanı mamur kılmayı düşünmüyorsanız, sokağın birlikteliğe, dayanışmaya işaret ettiğini es geçerseniz, mezarlıkları şehrin orta yerine inşa ederek ölümü hayatın tam orta yerine koyan anlayışın neye karşılık geldiğini anlayamamışsanız şehre dair bir şuurunuz yoktur demektir. Bir şuurdan bahsediyoruz, bize dair bir şuur ile ancak; yitirdiğimiz kimliği olan, ruhu olan, bizim olan, bizden olan şehirle inşa edebileceğiz. Bu da en temelde bir “Öte” fikriyle olacaktır. Ne diyorduk: Gurbette, uzaktayız. Dünyada yabancıyız. Sılaya, oraya, O’na yakın olarak hâsılı gurbetten “kurbet”e bir y/ol bularak; olma imkânına, var olma imkânına ulaşabileceğiz. Bu böyledir; burada kalıcı değiliz. Geldik, gideceğiz… Bunu unutmadan yaşamak durumundayız. Buraya, bu dünyaya, “Öte”de verdiğimiz söze sadakatimizi göstermeye geldik, ötesi yok, zira nihayetinde “Öte” var… Evet, şehir anlayışımız bir şuura dayanmalı ve en temelde bu bizim dünyaya yaklaşım tarzımızla ilgili. Farabi’nin fazıl toplumu ( Medinetu’l Fazıla) da, İbn Haldun’un bedavetten medeniyete anlayışı da, İmam Gazalinin, İbn Arabi’nin dünyaya ve kozmolojiye dair yaklaşımları da, Turgut Cansesever’in insanın gayesi hüsnü muhafaza etmektir anlayışı da, şehre, medeniyete yönelik birçok fikrin dayandığı husus esasen en temelde yeryüzüne,  dünyaya, mekâna ve şehre bunların çok ötesinde bir öte fikrine dair bir şuura işaret eder... "Kutsaldan arınma, din ve gelenekten uzaklaşma anlamına gelen rasyonelleşme, dünyevileşmenin de en temel göstergesidir... “Modern anlamda şehir, rasyonelleşen zamanda, kutsalından arındırılmış mekânda tezahür eder. Yine bu bağlamda gündemde olan Tanrı, din ve ahlak aşkın bir anlama sahip değildir... İslam'da ise şehir... bir inancın tezahürü, anlamın tahakkuku, dinin ete kemiğe bürünmüş hali, kulluğun gereği, bir borcun edasıdır. İnsanın salih amelinin sonucudur..." Böyle diyordu; Dursun Çiçek; Mekânın Ötesi’nde. Evet, tam da ifade etmek istediğimiz husus burası; mekâna dair yaklaşımımızı mekândan öte bir şuura büründürmek…