BEDEVİLİK Mİ? MEDENİYET Mİ?

Cadde ve sokaklarda balgam ve tükürüklere basmamak için sek sek oyunu oynar gibi yürümek zorunda kalındığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Neredeyse metre karede On-on beş yerde balgamlı tükürüklere rastlamak mümkündür. Bu konuda ne kadar uyarıda bulunulursa da yine bazı insanlar, son derece doğal bir ihtiyacını giderircesine yerlere tükürmeye devam etmektedirler. Öyle zannediyorum ki tüm şehri bu konuda uyarmak amacıyla levhalarla ve pankartlarla donatsak yinede insanların içinde insan sevgisi, paylaşma bilinci, ortak yaşama kültürü olmazsa fayda vermez. Bu değerlerin oluşması da aile terbiyesi ile yakından alakalıdır. Aynı zamanda yerlere tükürmenin kul hukukuna tecavüz olduğu konusunda insanların inandırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda biraz araştırma yapmak üzere internette dolaşırken birçok kişinin bu durumdan muzdarip olduğunu gördüm. Konu ile ilgili forumlar oluşturulmuş. Çoğu kişi yere tükürmenin iğrençliğinden söz ederek insanların haklarına tecavüz olduğu konusunda fikir beyan etmiş. Ancak, yere tükürmenin “tükürük” diye bilinen vücut ifrazatının atılması gerekliliğinden dolayı bir ihtiyaç olduğunu söyleyenlerin de olduğuna rastlayınca doğrusu midemin bulantısı bir kat daha arttı. Zira anladım ki bu şekilde düşünenler çoğunluktadır ve bundan dolayı yerlerdeki tükürüklerin sayısı fazladır. Bir yandan da az da olsa bu tür düşünenlerin vücutlarında biriken diğer “ifrazatları” da ulu orta caddelerin ortasına ihtiyaçtır diye bırakabilecekleri yönünde bir korku oluştu içimde.            Birlikte yaşamak bazı sıkıntılara birlikte katlanmayı ve başkalarının haklarına saygılı olmayı gerektirir. İnsan sosyal bir canlıdır. Bir arada yaşamak zorundadır. Bundan dolayı bencil davranamaz.  Kişi her zaman dilediğini yapamaz. Yalnız ve kendi ile baş başa olduğunda yapabildiği veya yapmayı kendine uygun görebildiği bazı davranışları toplum içinde yapamaz ve yapmamalıdır. Mesela dilediği gibi yere tüküremez, balgam atamaz, ulu orta sümküremez. Çarşıda sokakta veya insanların içinde ya da aracında kırmızı ışıkta beklemeyi fırsat bilip parmağını burnunun derinliklerine sokup insanların midesini bulandırma hakkına sahip olamaz. Ancak adına ahlak kuralları da diyebileceğimiz bazı kurallar yazılı kurallar olmadığı için, bu kurallara uyup uymamak kişinin vicdani duyguları ile alakalıdır. Bu duyguların oluşması ise aldığı aile terbiyesiyle ilgilidir. İşte sorunun kaynağı da buradadır diye düşünüyorum. İlk bakışta diğer insanlarla hiçbir ilgisi olmadığı veya başkalarını ilgilendirmediği, kişinin sadece kendi kirliliği ve görgüsüzlüğü gibi görünen bazı davranışların insanların geneli ile nasıl alakalı olduğunu ve diğer insanların sadece midesinin bulandırılması ile kalmayıp sağlığını da olumsuz etkileyebileceğini bir misal ile anlatmaya çalışayım. Çarşıdan çay almaya giden bir adam Yolda yürürken rüzgârdan veya soğuktan burnu akar. Yanında bir mendili yoksa birkaç parmağı ile burnunu tutup şiddetli bir şekilde sümkürür sonrada elini ya bir elektrik direğinin ya da bir ağacın gövdesine yoksa da kendi giysilerine sürüp temizler. Sonra da kirlenen elini yıkamadan girdiği gıda maddeleri satan dükkânda çay çuvalının önünde durup fiyatı konusunda konuşurken elini çayın içinde gezdirir. Biraz sonra kokusunu test etmek amacı ile çuvaldan bir avuç çay alır ve burnuna götürür. Az önce sümkürdüğü ve yıkamadığı burnunu içine sokarak koklayıp tekrar çuvalın içine atar. Fiyatta anlaşamaz ve elini, burnunu içine soktuğu çayı satın almadan dükkândan ayrılır ve gider. Verem gibi tehlikeli ve ölümcül bir hastalık etkeni taşıyabileceği pekâlâ mümkün olan bu kişinin hastalık etkenini bulaştırdığı çay şimdi alıcılarını beklemektedir. Bahse konu kişinin yaptığı olumsuz davranış toplumun tamamını birçok yönden etkilediği konusunda herhangi bir tereddüt kalmadığı kanaatindeyim. İnsanlar ne olursa olsun yaşama hakkına ve yaşamını özgürce hürriyet içinde geçirme haklarına sahiptirler. Ancak sahip olduğu bu haklar başkalarının yaşama haklarını olumsuz yönde etkileyecek bir hak doğurmaz. İnsanlar başkalarının kakına saygılı olmak ve başkasının hukukunu koruyup gözetlemek şartı ile kendi davranışlarında serbest ve hür olurlar. Çünkü ne olursa olsun insan sınırsız bir özgürlüğe sahip olamaz. “İnsan zanneder mi ki, başıboş yaratılmıştır.”(Kıyamet–36) ayet-i kerimesi insanın sınırsız özgürlüğe sahip olmadığını anlatmaktadır. Nitekim bu hakikati anlatma noktasında Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zapt edilir.”(Sözler-10.söz) Amellerin alınan suretleri ve tutulan zabıtların bir mahkeme-i kübrada açılacağının ve kul hakkının mutlaka ödettirileceğinin unutulmaması gerekir.  Afiyette kalın.