UYKU

Kur’an, hayat kitabı olduğu için hayata dair her şeyi içinde bulunduruyor. “Yaş ve kuru ne varsa hepsi ancak Kitab-ı Mübîn’dedir.” (En’am, 59.) ayetinin işaretiyle Kur’an-i Kerim her şeyden söz etmektedir. Önem derecesine göre kimi konulara apaçık bir şekilde, kimisine kinayeli olarak, kimisine de üstü kapalı, imalı bir tarzda yer vermiştir. İnsanın Ahiret hayatını alakadar eden ibadetlerle ilgili emir ve yasakları “sarih” dediğimiz açık bir tarzda anlatmaktadır. Ama buna karşılık beşerin gayretleri sonucu ortaya çıkan uçak, televizyon gibi teknolojik eserlere kinayeli, imalı bir şekilde yer vermiştir. Dünya hayatı ahirete hazırlanmak için yaratılmıştır. Bu nedenle hayatın tüm unsur ve detayları ahiret hayatındaki mutluluk dikkate alınarak düzenlenmektedir. Yani bu dünyadaki her şey ahirette bir ilişkisi varsa kıymetlidir, zikretmeye değer. Örneğin kuluçkaya yatan tavuğun altına konulan yumurtaların amacı civciv olmasıdır, bozulan ve civciv olmayan yumurtaların hiçbir kıymeti yoktur, tavuğun onların üzerine oturmasının hiçbir anlamı da olmaz. İşte dünyada yapılan tüm faaliyetlerin, çabaların amacı da ahiret olmalı, yoksa fani ve değersiz birer oyalayıcıdan öteye geçmezler. Kur’anın ele aldığı konuların bir kısmı yeme, içme, uyuma gibi hayatın zorunlu ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Bu konularda Kur’an’ın ortaya koyduğu prensipler yalnız ehl-i imanı değil, tüm insanların hayatını alakadar eder. Ahirete inanmayan ve bu dünya hayatı bu dünyadan ibaret sanan kimseler bile, yaşam standartlarını yükseltmek istiyorlarsa Kur’an’ın bu prensip ve hükümlerine uymalıdırlar. Örneğin: Kur’an’ın israfla ilgili hükmü Müslüman, gayr-ı Müslim, dinli, dinsiz bütün insanları ilgilendirir. İsraf, yalnız bir kişinin veya bir ailenin hayatını karartmakla kalmaz, tüm toplumun ekonomisini çökertebilir. Bugün birçok ülkeyi tehdit eden ekonomik krizlerin temelinde israf vardır. İşte tüm insanlığın yaşam standardını yükselten prensiplerden biri de Kur’an’ın uyku ile ilgili hükümleridir. Furkan ve Nebe’ surelerindeki ilgili ayetlerde, gecenin uyku vakti, gündüzün de maişet (geçimini sağlamak için çalışmak) vakti olduğunu bildirmektedir: “Sizin için geceyi örtü, uykuyu dinlenme, gündüzü de dağılıp çalışma zamanı yapan O'dur.” (Furkan,47) “Uykunuzu bir dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü, geçim için çalışma zamanı yaptık.” (Nebe’,9,10,11) Günümüz insanlarının Kur’an’ın ibadetlerle ilgili emir ve yasaklarını kulak ardı ettikleri gibi, hayatın zorunlu ihtiyaçlarıyla ilgili hükümlerini de çiğnediklerini görüyoruz. Gecenin uyku ve dinlenmeye tahsis edilen bir vakit olduğu Kur’an hükmü olmakla beraber, insanların hayat düzeni için de vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Buna rağmen gecenin yarısı uykusuzlukla geçirilip çalışmanın en verimli zamanı olan sabahtan öğleye yakın bir vakte kadar önemli bir süre uykuyla geçirilmeye başlanmıştır. Bu vahim tablonun hayatı ne kadar çıkmaza soktuğu ortadadır. Sabah namazını büyük ölçüde terk etmeye yol açan bu yaşantı, gece ve gündüzü yaratılış amacına aykırı bir şekilde geçirmeye neden olmaktadır. Dikkat edilirse, sabah namazından öğle namazına kadar önemli bir süreçte farz namaz bulunmamaktadır. Bu da yaratıcının, kullarının çalışmasını kolaylaştırma hikmetiyledir. Gündüzün başlangıcından öğleye kadar, insanın çalışmasına engel olan yorgunluk, usanç gibi olumsuzluklar bulunmaz. Bu açıdan en verimli bir zamandır. Ancak öğleden sonraki süreçte, yorgunluk, bıkkınlık iş stresi ortaya çıkabilir. Öğle ve ikindi namazları manevi bir dinlenme sağlar ve insanı iş stersinden uzaklaştırır. Gündüz namazlarının günlük çalışmalar üzerine olumlu katkıları olduğu açıktır. Ama gece yarısına kadar uyumamaya direnip sabah vaktinde uyuyanlar, öğleden önce kalksalar dahi yorgunluk, uykusuzluk, yeterince dinlenememekten kaynaklanan huzursuzluk gibi olumsuzluklar en verimli vakti verimsiz hale getirecektir. Bu da, zamandan dolayı zarara uğramak demektir. Asr suresinde bildirilen “zamandan dolayı zarar edenlerden” olmamak için vakitleri yaratılış amacına uygun şekilde değerlendirmek durumundayız.