GIZLAVET AYAKKABILAR...
Geçen gün bir alış veriş merkezinde çocuklarım mağazaları dolaşırken ben de dinlenmek için Cafelerin olduğu kata çıkıp, bir çay aldım ve çevreyi seyre koyuldum. Biraz sonra lise talebesi oldukları anlaşılan iki genç de gelip yan tarafımdaki masaya oturdular. İster istemez gözüm onları süzmeye başlamıştı. Kılık ve kıyafetleri son derece zengin bir görünüm veriyordu. Zengin aile çocukları oldukları, aldıkları, jumbo boy içecek, hamburger ve menünün müştemilatından da anlaşılıyordu. Konuşmalarına istemeyerek de olsa kulak misafiri oldum. Diyaloğun bir kısmı şöyle idi:
“- Okuldan çok sıkıldım ya! Her gün her gün çekilmiyor. Her sabah servisçinin derdi çekilmiyor. Gerçi adam dakika geçirmiyor ama ben sevmiyorum servis ile gitmeyi. Bizim Pedere diyorum ki ver arabayı ver gideyim, vermiyor. Korkuyor abi. Hayır benden korktuğundan değil de hani birilerine çarpar marparım diye korkuyor.”
Biraz gülüştükten sonra diğeri:
“- Doğru valla. Al benden de o kadar. Servisçi istediğim müziği de açmıyor ben en çok ona kıl oluyorum…”
Konuşmaları böyle uzadıkça uzadı. Bu arada ikisinin de ayakkabısındaki ve tişörtlerindeki atlı bir adama benzeyen logo dikkatimi çekti. İçimden en pahalısı diye geçirmedim de değil hani… Sonra aklıma birden Ortaokula başladığım dönemki talebeliğim geldi. Çok zor yıllardı. 12 Eylül askeri darbesi yapılmıştı o yıl. Rahmetli babam Birecik Müftüsü idi. Ben de o yıl ilkokulu bitirmiş ve Ortaokula başlayacaktım. Babam bana iki seçenek olduğunu söyledi. Birincisi Birecik Lisesi, kincisi ise Birecik’te olmadığı için Oraya en yakın Nizip İmam Hatip Lisesi . Babam Birecik’te okula gitmemin daha iyi olacağını söylemiş ancak İmam Hatip Lisesi bana çok daha cazip gelmiş ve tercihimi oradan yana kullanmıştım. Okulun pansiyonu olduğu içinde zorluk yaşamayacaktım. Ancak öyle olmadı. Geç kayıt yaptırdığımızdan dolayı, okul pansiyonunda yer kalmadığını söylediler. Doğrusu çok üzülmüştüm. Babam kalacak başka yer olmadığından Birecik lisesine gitmemi istese de ben iki ilçenin yaklaşık 20 kilometre mesafede olduğunu, yani yakın olduğunu ve her gün gidiş geliş yapabileceğimi ısrarla söyleyince babam beni kırmayıp Nizip İmam hatip Lisesi Ortaokul Birinci Sınıfına kaydımı yaptı. Benim durumumda biri benimle aynı sınıfta diğeri ise bizden büyük olup lise birinci sınıfa giden iki kardeş vardı. Bunlar çok yakın aile dostumuz ve komşularımızın da çocukları olunca babam fazla tereddüt göstermemişti.
Okul başlayınca her sabah erkenden arkadaşlarımla buluşup Köprübaşına gider Birecik’ten Nizip’e yolcu taşıyan dolmuşlara binerdik. Akşam ders bitiminde de tekrar dolmuşa biner ve eve dönerdik. Bu durum bir süre iyi sayılabilecek bir düzeyde gitse de günlerin kısalmaya başlaması ve havaların soğumasıyla birlikte sıkıntılı bir hale gelmeye başladı. Zira sabah erkenden köprübaşına gittiğimizde dolmuş ya gitmiş, ya da henüz gelmemiş oluyordu. Bu sıkıntılı durumu aileme yansıtmamaya karar vermiştim. Kendimizce bazı çareler bulmuştuk. Köprüden geçen kamyon, traktör ne varsa yeter ki tekerleği olsun ve hareket halinde olsun araçlara otostop çekerek duran araçlardan bizi götürmelerini isterdik. . Çok zor şartlar altında okula gidip geliyorduk. Zaten evimizden köprüye kadar olan mesafe şimdi birçok öğrencinin servis veya özel araçla gittiği mesafenin iki belki de üç katıydı. Bir de araçtan inip okula kadar yaya olarak gittiğimiz mesafe de en az üç-dört kilometre kadar vardı.
O yıla kadar hep babam beni ayakkabıcılar çarşısına götürür ve bana ayakkabı alırdı. Mümkün mertebe en iyisini ve en güzelini alırdı. Babam bir cumartesi günü, günü bana bir miktar para uzatıp :
“- Oğlum, artık delikanlı adam oldun, hep ben mi sana ayakkabı alacağım? Git kendine en beğendiğin ayakkabıyı al, Ama lastik alma ha, kundura al” demişti. Bende kunduracılar çarşısında epey dolaştıktan sonra Kunduraların pahalı oluşundan dolayı parama kıyamamıştım. Ayakkabıcılarda siyah rugan deriyi andıran parlaklığı ile meşhur içi pembe renkli bir bezle kaplanmış ve adına "Gızlavet"" dedikleri lastik ayakkabı dikkatimi çekmişti. Kunduraya benziyordu. Fiyatı da uygundu. Hem ayakkabı alacak, hem de kalan parayla da bir hafta babamdan para almadan okula gidip gelebileceğimi de hesap edince gözlerim parlamış ve tereddüt etmeden Gızlavet ayakkabıyı almıştım. Gerçi ayakkabının parlaklığı bir haftaya kalmaz gidiyordu ya olsun yeni iken çok güzel görünüyorlardı.
Eve geldim ve heyecanla ayakkabılarımı rahmetli anneme gösterdim. Annem de bana neden kundura almadığımı, lastik ayakkabıların gözlere zarar verdiğini, şimdiden zaten gözlük kullandığımı bir de babamın bu duruma üzülebileceğini söyleyince doğrusu içimde garip bir sıkıntı belirmişti. Bu durumda sabah erkenden okula gidip akşam en son eve ben geldiğime göre babam ayakkabılarımı görmez, böylece ben de babamın üzülmesine sebep olmam diye kendimce bir çare bulmuştum. Aldığım yeni "Gızlavetleri" ayakkabılığın en sonuna koyup, beklemiştim.
Akşam babam eve geldiğinde içeri girer girmez "içerde gızlevet kokusu var" deyince bütün hayallerim bir anda son bulmuştu. Rahmetli babamın uzun yıllar gızlavet ayakkabı giydiğini, kokusunu nerde olsa tanıdığını nerden bilebilirdim ki...
Çaresiz olanları anlattım. Rahmetli babam kundura almadığım için üzülmüş ve bana biraz da olsa kızmıştı. "Anlaşılan bir süre daha sana ben ayakkabı almaya devam edeceğim" demişi. Bir iki hafta sonra beni kunduracıya götürüp bana kundura almıştı...
Nur içinde yatsınlar, Mekanları cennet olsun inşallah...
Afiyette kalın