RAMAZAN İNTİBALAR I
Biraz Cevşen, biraz Kur’an, bir vakit namaz camide, cemaatle. Açlık yok, susuzluk yok, halsizlik yok. Rahat geçiyor ramazan. Kafamda bazı sorular. Sosyal medya bilgi patlaması. Çoğu zaman gerçek aydınlanma mecrası. Çok takılırsan boğulursun. Yorumlar birbirinden tuhaf. İnsanoğlu akıl sır ermeyen bir varlık. Ne söylersen söyle illa itirazlar geliyor. Dünyanın en güzel cümlesini paylaş, altta bir sürü eleştiri görürsün. Herkesin bir şeyde ittifak etmesi hayal. Hele mevzu din ve metafizik olunca.
İhtilafı, ayrılığı, aykırılığı, gayrılığı dileyen yaratıcı. “Dileseydik siz tek ümmet yapardık.” Ama o zaman ihtilaf, sürtüşme, tartışma, kutuplaşma, dövüş, kavga, şiddet, ölüm, talan olmazdı. Dolayısıyla bunların olmadığı bir meydan imtihan meydanı olmazdı. Mümkün dünyaların en iyisi diyor Gazzali. En iyisi buysa en kötüsü nasıldır? Yaşananlardan yola çıkarak her şeyin mutlak müşfik bir tanrının eseri olduğunu söylemek mantıken güç.
Neyse ilahiyat kafayı yediyor adama. Onsuz düşünmek mümkün değil. Freud din nevrozdur diyor. Hakkı yok mu? Din konuştuğumuz, din tartıştığımız kadar bilim konuşsaydık, hukuk konuşsaydık, insan hakları konuşsaydık, sanat konuşsaydık, demokrasi konuşsaydık bugün bambaşka bir yerde olurduk belki. Aziz Sancar’ı takip edenler bir elin parmakları kadar az; ama Cübbeli’yi takip edenler milyonlarca. Bu topraklarda en büyük zenginlik ve geçim kaynağı din.
Sanatın, edebiyatın, felsefenin, bilimin taliplileri yine bir elin parmakları kadar nadir iken; din ve magazinin taliplileri milyonlarca. Bazen din magazini bile geride bırakıyor. Dinin özü olsa neyse ama her defasında ritüeli ve kabuğudur müşteri çeken. Her devirde din siyasetin yedeğinde, siyaset hakimdir dine, din siyaset için bir aparattır sadece. Meydan okuyan din şu an mevcut olmayan din. Galiplerin çoktandır tedavülden kaldırdığı ve ehlileştirdiği din.
Düşmanının insafına bırakılan her şey yok olur zamanla. Yok olan o şeyin tarihini düşmanından öğreniriz çaresiz. Cahiliye’yi İslam’dan, Mutezileyi Ehl-i Sünnet’ten, Şeyh Bedrettin’i ve Bozoklu Celal’i Osmanlı’dan öğreniriz. Buna öğrenmek denir mi? Böyle öğrenen biri bunları ne kadar doğru ve sıhhatli öğrenmiş olur? Öğrenmek buysa doğru bildiğimiz her şey yanlış da olabilir.