HALKIN UMUDU KİM OLACAK?

Ne zor zamanlardan geçiyoruz Allah'ım! Önce deprem, sonra kuraklık, sonra siyasi deprem. Hayatımda bu ay kadar televizyon izlediğimi hatırlamıyorum. İçim dışım haberler oldu. Güncel konular dışında dikkatimi çeken hiçbir şey yok. Şimdi siyaset dışında hiçbir şey düşünemiyor, hiçbir şey izleyemiyorum. Konuyla ilgili okumadığım köşe yazarı, izlemediğim program kalmadı. Bu ülke benim gibi en siyaset dışı merdümgiriz bir insanı bile siyaset fanatiği haline getirdi. Deprem bütün hayatımızı alt üst etti. Doğa bizden intikam alıyordu sanki. Ya da bizimle oyun oynuyordu. Depremin teopolotiği üzerine konuşuyordu entelektüellerimiz.  Sonra siyasi deprem geldi gündem yüzde yüz değişti birdenbire. Aksener'in çıkışı, masanın dağılışı, müzakereler, pazarlıklar, güven problemi, tekrar bir araya gelmeler ve nihayet halkın umudu olan Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı adayı seçilmesi. Ben kazanacağına inanıyorum. Çok maharetli olduğu için değil, sayın Erdoğan'ın Hz. Süleyman'ın asası gibi kendi kendini yemesinden/bitirmesinden dolayı. Kazandıktan sonra özlediğimiz o özgür, demokratik, eşitlikçi Türkiye hayali tahakkuk eder mi? Ümidim çok çok zayıf. Çünkü mesele kişi meselesi değil, sistem meselesi. Bizim gibi ülkelerde sistemi değiştirmek imkansız değilse de çok zor. Onun için Avrupa ülkelerine benzer bir sistemin bizde oturabileceğini zannetmiyorum.  Kılıçdaroğlu mütevazi, özgürlükçü, halkçı, dürüst bir siyasetçi. Ama şunu çok iyi biliyorum ki dünyanın en dürüst, en adaletli, en mütevazi insanı olsa bile çoğu muhafazakar oy vermeyecek ve sevmeyecek. Çünkü bizim gibi talihi makus geri kalmış ülkelerde bunlar hiç önemli değil, önemli olan kimlikler. Adamın ikamet ettiği ev benim ev gibi sade ve sıradan. Hayatına ve yaşamına bakınca kendimi görüyorum. Ve benim gibi milyonlar da kendini görüyor. Urfa'da yapılan bir sokak röportajında insanların yarısı Kılıçdaroğlu kazanır diyor. Düşünün Urfa Ak Parti'nin kalesi şehirlerden.  İtikadını bilmiyorum ama yaşantısı tamamen İslami bir yaşam. Belki şu kadarını söyleyebilirim: itikadını sevmiyorum ama yaşantısını çok seviyorum. Ve beni esas ilgilendiren yaşantısı. Çok küçümsendi, çok alay edildi, çok tahkir edildi. Ama alay ettikleri şeyler gelip alay edenleri kuşattı sonunda. Muhafazakarlık çok zor zamanlardan geçiyor. Hukuka, insana inanmamanın elim sonuçlarını yaşıyor. Hangimiz yedi gün boyunca elektriksiz yaşayabilir, hangimiz Ankara'dan İstanbul'a adalet yürüyüşü yapabilir? Aslında bunlar çok büyük ve değerli şeyler ama dediğim gibi bizim gibi ülkelerde bunların değeri yeterince takdir edilemiyor.  Yirmi bir yıllık muhafazakar bir iktidar kendi antitezini oluşturdu. Ve bu antitezin içinde şu an neredeyse milletin yüzde altmışı var. Bundan sonra muhafazakar ve İslamcı bir iktidarın bu kadar uzun süre iktidar olabileceğine ihtimal vermiyorum. Bu iktidar dindarlık adına ne varsa hepsini ifşa etti. Ve anlaşıldı ki dindarlığın en büyük düşmanı veya panzehiri özgürlük ve özgür bir ortam imiş. Bunu görünce bütün efsununu yitirdi, dindarlık ve dindar söylem. Ritüel ağırlıklı bir dindarlık anlayışından öz ağırlıklı bir dindarlık anlayışına geçebilir miyiz, bilmiyorum. Hulâsa biz hiçbir zaman olağan bir ülke olamadık, her halimiz daima olağanüstü oldu.