DEPREM
Çok zor zamanlardan geçiyoruz ve önemli olan zor zamanda konuşmak. Saat 04:15 civarında bir sarsıntı ile uyandım. Rüya görüyorum sandım ama deprem olduğunu anladım. Çocukları uyardım, bağrışmalar içinde can havliyle dışarı fırladık. Saat 8:30 kadar arabada bekledik. Sonra evin içine girdik. Öğleden sonra aynı sarsıntıyla dışarı fırladık ve soluğu köyde aldık. Beş günü orada geçirdik. Elektrik, şebeke olmadığı için kimseyle iletişime geçemedik. Hayatımda ilk defa deprem denen afeti iliklerime kadar hissettim. Bizzat yaşamak ile duymak arasında dağlar kadar fark var. Ölüm bütün dehsetiyle ensenizde duruyor. Yürek burkan haberler geliyor. Çocuğunu, babasını, annesini, arkadaşını, yakınlarını kaybeden binlerce insan.
Adıyaman Müzesi'nde çalışan arkeolog bir dostum iki yavrusunu kaybetmiş, iki hafta görüştüğüm bir arkadaşım Hatay'da hala enkaz altında. Şimdilik 30 binin üzerinde ölüm var ve bu sayı giderek artıyor. Adıyaman'da yaşayan bir dost burada oturabilecek tek bir bina bile kalmadı diyor. Hatay ve Maraş'ın durumu daha kötü. En az hasar gören bizim Şehr-i Urfa. Yine de günlerce ecel terleri döktük, yüreğimiz ağzımıza geldi. Şehirdeki binaların yarısından fazlası boşaltılmış durumda. İnsanlar evlerine dönmeye korkuyor. Hasar tespit çalışmaları devam ediyor. Eski kavimlerin toptan helaki gibi bir şey. Geçmişteki bütün helakleri toplasak bu kadar ölüm yoktur bence.
O kadar üzgün, çaresiz, şaşkın ve pişmanım ki yaşanan depremin müsebbibi benmişim gibi, deprem benim yüzümden olmuş gibi bir duygu var içimde. Yağmacılık yapanlara sıra dayağı çekiliyor, amenna. Fakat asıl müsebbiblere henüz bir şey yapıldığı yok. Asıl müsebbiblere, yani müteahhitlere, çürük yapılara izin verenlere. Nedense insanımız ufak tefek yağmacılara karşı acımasızdır. Bu bir kader değil, bir katliam. Aynısı başka ülkelerde oluyor ama zayiat bize göre yüzde bir. Bunlar bilime, bilim insanlarına inanmamanın, paraya ve kazanca tapmanın elim sonuçları. Böyle ülkelerde insan hayatının hiçbir önemi yok. İnsan hayatı sudan bile ucuz. Keşke dine ve din adamlarına inandığımız kadar bilime ve bilim insanlarına da inanabilsek!
Evet acılarımız çok büyük ve tarifsiz ama bu acıya yol açan nedenler çok daha büyük ve tarifsiz. Bu felakete takdir-i ilahi demek nedenlerin üzerini örtmektir, onları görmezden gelmektir. Tedbir almadan takdir-i ilahi demek imanın değil, koyu ve rezil bir cehaletin emaresi olsa gerek. Nedense hiç ümidim yok. Çünkü Gölcük depreminden sonra yine aynı şeyler söylendi, yazıldı, okundu ama aradan geçen 23 yıl içinde değişen bir şey olmadı. Önemli olan felaket gelmeden önce ne yaptığımız, geldikten sonra ne yaptığımızın bir önemi yok çünkü. Bizim gibi ülkelerde tarihin her defasında tekerrür etmesi bir kader artık. Ve bizim için asıl kader bu. Amin Maalouf Ortadoğu insanının durumunu şöyle tarif eder: "Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar." Ne kadar yerinde bir tespit!
Dünyamız biz olmadan önce milyonlarca yıl vardı ve içinde depremler oluyordu. Keza bizden sonra belki milyonlarca yıl daha devam edecek ve içinde yine depremler olacak. Yani bizim davranışlarımız ile dünyanın halleri arasında, başka bir deyişle teoloji ile jeoloji arasında herhangi bir ilişki olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla yaşanan faciaları insanların namaz, oruç, infak, zulüm, faiz, zina, şirk, küfür gibi amellerine bağlamak makul değil gibi. Gerçi genel kabule göre durum bunun biraz aksi sanki. Kur'an'da insan amelleri ile doğanın halleri arasında görünür bir ilişki var. Bunu bazı ayetler açıkça ifade ediyor. Bilmiyorum ihtimal ki farklı anlamlarda da tevil edilebilecek ayetler bunlar. Bilimsel düşünmek ile dinsel düşünmeyi birlikte sürdürmek bir yerden sonra mümkün olmuyor. En iyisi ikisini birbirinden özenle ayırmak ve asla birbirine karıştırmamak.