DEPREM VE UMUT
"Düzen (sistem) bizim belleklerimizi boşaltır ya da süprüntüyle doldurur ve bu yoldan bize, tarihi yaratmak (yapmak) yerine yinelemeyi öğretir."
Eduardo Galeano
"Diğer doğal afetler gibi deprem esnasında da insanlar birbirlerinden ve özellikle kurumlardan bir yardım, bilgilendirme, ilgi ve yönlendirme beklentisi içerisine girerler onların psikolojik durumu, korkmuş olmaları, panik durumları, yaralanma, açlık, soğuk, hastaların durumları gibi depremin şiddetini göre meydana gelen sorunların hızlı bir şekilde giderilmesi oldukça önemlidir.
Bu bakımdan gerek deprem öncesi gerekse depremden sonraki süreçte toplum olarak ve özellikle kurumlar olarak ciddi şekilde hazırlıklı olmamız oldukça önem arz etmektedir.
Deprem de diğer doğal olaylar gibi bir takım fiziki/doğal kurallar sonucu meydana gelir. Fiziki olayların kuralları, neden sonuç ilişkisi de Rabbin ayetlerindendir. İşin fiziki/maddi kısmı için, depremin tabii bir olay olduğu muhakkaktır. Türkiye de az çok deprem ülkesi sayılabilir. İşin ilginci, en önemli ve nüfusu en çok olan İstanbul gibi bir şehrin, hatırı sayılır fay hatları üzerine kurulu olmasıdır…
Elbette depremle ilgili olarak; fay hatları, depremin nerelerdeki ve ne tip yapılara daha fazla zarar vereceği, nerelerde yerleşim yapmanın deprem açısından sakıncalı olduğu gibi deneyimlere zamanla ulaşılmış olmasına rağmen, depremle ilgili bilgiler hala çok yetersizdir ve insanları rahatlatmamıştır.
Şimdilik depremi önceden tahmin edememekteyiz ve dere kenarı, fay hatlarının geçtiği bölgelere bina yapmamak, dayanıklı yöntem ve malzemelerle yapılan inşa etmek ve deprem sırasında nasıl davranılacağı gibi önlemlerle yetinmekteyiz.
Riskli yapıların sağlamlaştırılması, kentsel dönüşüm gibi önlemler ise büyük bütçeler gerektirmekte ve zaman almaktadır…
Deprem gibi hayati ve her türlü politik hesabın üstünde olması gereken bir konuda; 99 depremi sonrası alınmaya başlanan deprem vergilerinin yerinde kullanılmadığına yönelik iddia ve tartışmaların yaşanması üzücü olmuştur.
Elbette bu konuda tasarrufu bir kenara bırakarak, çağın gereklerine uygun politikalar izlemek, insan hayatının değerliliği ilkesi gereğidir. Gerekli denetimlerin yapılmasından taviz verilmemelidir.
Japonya gibi deprem ülkesinde büyük sarsıntılar olmasına rağmen, insanlar buna alışmış ve can kayıpları ise neredeyse yaşanmamaktadır. Bu, alınan maddi tedbirlerden dolayıdır.
17 Ağustos 1999 depremi için, dönemin Kandilli Müdürü merhum Prof. Ahmet Mete Işıkara, 7.4’ lük deprem için; “Depremin merkez üssü Gölcük Donanma Komutanlığının olduğu bölge” demişti. Donanma Komutanlığı 28 Şubatçılar’ ın ana üssüydü. Durum böyle olunca, bunun ilahi bir ikaz olduğu iddiaları da gündeme gelmişti.
Oysa depremden korunmak için öncelikli olarak yapmamız gereken, depreme karşı tedbir almaktır.
1999 depreminde yaşanan acılar, annesiz babasız büyüyen çocuklar, devasa yıkım hala gözlerimizin önünde.
Sonuç olarak; 99 depreminden ders almalı ve deprem konusunda harcanan emek ve para asla boşuna gitmiş sayılmamalı, bu konudaki politikalardan taviz verilmemelidir."
Bu satırlar, 2019 tarihli Deprem adlı yazımızdan.
Yine ve yeni bir deprem felaketi yaşamaktayız. Çok büyük, çok büyük.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan' ın şu sözlerle ifade ettiği ettiği kadar büyük:
"Sadece Cumhuriyet tarihimizin değil, coğrafyamızın ve dünyanın en büyük felaketlerinden biriyle karşı karşıyayız."
Sahada olanlara, çaba gösterenlere, yardıma koşanlara Allah güç ve kuvvet versin. Hayatını kaybedenlere Allah rahmet eylesin ve yakınlarına sabırlar versin. Yaralı olanlara Allah'tan acil şifalar diliyorum.
Her felaket aynı zamanda öğretici bir ölçüm de yapmaktadır. Bir toplumu neredeyse tüm yönleriyle ölçer. Resmini ortaya koyar.
Bu aşamada bunları çok deşmenin, kavganın, deprem üzerinden siyaset yapmanın vb hareketlerin yeri ve zamanı değil.
Yapılacak şey, elinden gelenin, imkanı olanın insanlık görevini yapması, bunu yapamayanların ise yapanlara engel olmamasıdır. Zira çok büyük bir felakettir yaşanan.
Bu yüzden sadece dikkat çeken onlarca husustan birkaçını not düşmekle yetineceğim.
Sosyal medyada dolaşan bir paylaşım şöyleydi:
"KİRAMA YAPTIĞI FAHİŞ ZAMMI KABUL ETMEDİĞİM İÇİN, BENİ EVİNDEN ÇIKARAN EV SAHİBİ AMCA İLE, SOKAKTA AYNI ATAŞIN BAŞINDA ISINIYORUZ. O'DA EVSİZ, BENDE (HATAYLI BİR DEPREMZEDE)."
Tabi suçun ne kadarı ev sahibi amcanın? O da ayrı konu?
Şimdi bir yılda yapılacağı söylenen şeyler, keşke depremden önce yapılsaydı ama yapılmadı. 99 depreminden bu yana yapılanlar büyük ölçüde yetersiz kaldı. Halbuki depremle ilgili tedbirlerin hepsi veya çoğu tamamlanmalıydı.
Devlet, bunu başarmak zorunda.
Zira deprem, nedenleri ve sonuçları bilinen bir olgu. Tedbirleri de.
8 Şubat günü Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş 'ın şu açıklaması, resmi ortaya koymak adına korkunç ve dehşet verici:
"Yıkılan yerlerin ancak yüzde 2-3'üne ulaşabildik."
Yani daha kaç 99 depremi veya Pazarcık depremi yaşarsak; bu konudaki tartışmalara son verecek durumda olacağız? Bunu da yaralarımızı sardıktan sonra konuşmalıyız.
ABD'nin cüretkar ve utanmaz bir tavırla uçak gemisi göndermesini unutmamalı.
‘Günün çizimi’ olarak yayınladığı, yıkık binaların çizildiği ve üzerine "Tank yollamaya bile gerek yok" yazıldığı karikatürle insan hakları anlayışının faşizmin ta kendisi olduğunu gösteren, Charliye Hebdo dergisi üzerinden gerçek yüzünü gösteren batının tavrını zihnimize kazımalıyız.
Ve Suriye'de deprem olmamış gibi davranan kamuoyu ve medyaları, onlara giden yardımları engelleyenleri ve hem Türkiye hem de Suriye'de depremde hayatını kaybedenlerin olduğu gerçeğini gizleyen davranışları da konuşmalıyız. Buna, Suriyelileri yağmacı gibi göstermeye çalışan ve böylece yapılanları sekteye uğratmaya çalışan çabaların iç yüzünü de ekleyebiliriz.
Ve en önemlisi;
İsrail'in yardımlarını kabul etmemizin ölmekten ve yaşanan büyük felaketten de beter olduğunu, bu zilletten artık kurtulmak gerektiğini de konuşmalıyız.
Genel bir ifadeyle sistemsel değişiklikler gerekiyor.
Canını dişine takanları, canını ve malını ortaya koyanları, parasını, imkanlarını tereddütsüz ortaya koyanları gördük.
Tüm bu güzel insanları, güzel hareketleri gördük ve umudumuzun olduğunu, insanlığımızın/özümüzün dimdik ayakta olduğunu gördük. Onlara müteşekkiriz.
Biraz da bu açıdan bakalım ve bu değerleri de görelim. Bu duyarlılığın bir bilince dönüşmesini ve insanların ölümüne neden olan ihmalleri sorgulama şuuru oluşturmasını temenni ederim.
Hz. Ali'nin der ki; şu iki insanı asla unutmamak lazımdır: " İhtiyaç anında yanınızda olanı ve zor zamanda yalnız bırakanı."
Sonuç olarak büyük bir depremdi ve aksaklıklar olabilirdi ama sadece aksaklıklar mı oldu yoksa temel ve genel yetersizlik ve hazırlık mı vardı? Bunu da tartışmalı.
İşin seküler ve bilimsel anlamda her yönüyle ele alacağız ve bunu yaparken tüm bunların tedbirini alırken; işin esas boyutunu unutmamalıyız. Yani ilahi boyutunu.
“Kaçış nereye?” Kıyame, 10
“O halde Allah'a kaçın…” Zariyat-50
Rabbim yardımcımız olsun ve bizi Allah'a kaçanlardan kılsın.